İnsanlık tarihi boyunca su yolları, yalnızca kıtaları değil, medeniyetleri de birbirine bağlama hayali taşıdı. Bu hayallerin en büyüklerinden ikisi, Akdeniz ile Kızıldeniz’i ve Atlas ile Büyük Okyanus’u birleştirme çabasıydı. İşte bu iki büyük hayalin adı: Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı.
İnsanlık tarihinin en kadim hayallerinden biri, Akdeniz ile Kızıldeniz arasında doğrudan bir deniz yolu açmaktı. Bu fikir, Firavunlar çağında hayat bulmuş, II. Ramses döneminde açılan kanal zamanla kumla dolarak işlevsiz hâle gelmişti. Yüzyıllar boyunca çeşitli uygarlıklar bu hayali diri tutmuştur.
Süveyş Kanalı'nın inşası nihayet 19. yüzyılda, her ne kadar Osmanlı egemenliğindeki Mısır diye görünse de, Vali Said Paşa’nın öncülüğünde başladı. Vali Said Paşa tarafından Fransız bir şirkete ihale edilen çalışma, İsmail Paşa döneminde 1869 yılında tamamlandı ve kanalın yapımını üstlenen Fransız şirket iflas etti. Açılışıyla birlikte dünya deniz ticareti için adeta yeni bir çağ başlamış oldu. Ancak kanalın getirdiği stratejik değer, kısa sürede siyasi çekişmeleri de beraberinde getirdi. İngiltere, 1882'de Mısır'ı işgal ederek kanal üzerindeki kontrolü ele geçirdi. Mısır ise resmî olarak 1914’e kadar Osmanlı'ya bağlılığını sürdürdü.
193 kilometrelik uzunluğuyla Süveyş Kanalı, deniz taşımacılığında devrim yarattı. Afrika kıtasını dolaşma zorunluluğunu ortadan kaldırarak Avrupa ile Asya arasındaki mesafeyi neredeyse 10.000 km kısalttı. Dünyada kapak sistemine ihtiyaç duymadan faaliyet gösteren en uzun kanal olma özelliği, güvenli ve kesintisiz geçiş imkânı sunması açısından da benzersizdir.
Süveyş Kanalı’nın kaderi, 1956 yılında yaşanan krizle bir kez daha dünya gündemine oturdu. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın kanalı millîleştirme kararı, İngiltere ve Fransa’nın ortak müdahalesine yol açtı. Neden mi İngiltere ve Fransa? Çünkü bu kanalı inşa etmek için anlaşılan şirket Fransız’dı ve iflas ederek hisseleri kaybetmişti. İngiltere ise 1882'de Mısır’ı işgal ederken kanalın kalan hisselerinin sahibi olmuştu. Evet, doğru okudunuz; bu kanal hisseler hâlinde paylaşılmıştı.
Süveyş Krizi olarak tarihe geçen bu süreç, yalnızca askerî değil, diplomatik anlamda da derin sonuçlar doğurdu. NATO bu sürecin dışında kalmayı tercih etti. ABD ve Sovyetler Birliği gibi süper güçlerin baskısıyla İngiltere ve Fransa bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu kriz, Batı'nın Ortadoğu'daki etkinliğinin azalmaya başladığının da bir göstergesi oldu.
Tabii ki 1956'da İngiltere ve Fransa’nın Süveyş Kanalı’na müdahale girişimi büyük kayıplara neden oldu. Gana o dönem İngiltere’ye himayesindeyken süreç hızlandı ve 1957'de Gana Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını kazandı. Tunus da o dönemde Fransa himayesindeydi. Süveyş Kanalı Krizi çıkmadan önce Tunus'taki bağımsızlık süreci hızlanmış, 1957’de Tunus Krallığı Bağımsızlığı kabul edilerek Fransa’nın himayesinden çıkmıştır.
İngiltere ve Fransa’nın kayıpları bunlarla da kalmadı. 1956'dan sonra Afrika’daki sömürge devletleri 1980’li yıllara kadar büyük çoğunlukla bağımsızlıklarını ilan etti.
1956'da Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın kanalı millîleştirme kararı ve ABD ile Sovyetler ’in İngiltere ve Fransa’ya karşı tavır almaları sonucunda Süveyş Kanalı kapatıldı. Sovyetler Birliği, bu konuda verdiği destekle Rus petrolünü daha iyi fiyattan dünya pazarına sunuyor ve petrol tüketimini artırıyordu. Bu kriz, 1973 yılında OPEC’in(Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) Avrupa ülkelerine uyguladığı petrol ambargosuna kadar dolaylı etkilerini sürdürdü.
1973'te Yom Kippur Savaşı sonrasında OPEC ülkeleri Avrupa ülkelerine petrol ambargosu uygulamış ve artık ucuz petrol dünyanın hiçbir yerinde kalmamıştı. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Süveyş Kanalı’nı yeniden açtı. Peki, bu yeniden açılış sırasında Süveyş Kanalı’nın temizlenmesi ve açılması için Enver Sedat finansmanı nasıl sağladı?
Bugün, dünya deniz ticaretinin önemli bir kısmını taşıyan Süveyş Kanalı, sadece bir mühendislik harikası değil, aynı zamanda geçmişten bugüne uzanan jeopolitik bir satranç tahtasıdır. Onu anlayabilmek, yalnızca bir su yolu inşa etmenin değil, bir bölgenin kaderini tayin etmenin de hikâyesini okumak anlamına gelir.
Panama Kanalı: İki Okyanusu Birleştiren Mühendislik Harikası
Panama Kanalı, Orta Amerika'nın en güneyindeki Panama ülkesinde yer alan ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'u birbirine bağlayan stratejik bir su yoludur. 77 kilometre uzunluğundaki bu kanal, yalnızca coğrafyaları değil, küresel ticaretin yönünü de değiştirmiştir.
Deniz seviyesinden 28 metre yükseklikte bulunan Panama Kanalı'nda, sıvıların dengesi prensibine dayalı indirgeçli kaldırgaçlar kullanılarak gemiler yavaş yavaş yükseltilmekte ve diğer tarafa geçirilerek yolculuk tamamlanmaktadır. Bir geminin kanal boyunca yolculuğu yaklaşık 9 saat sürmektedir.
İlk inşaat çalışmaları 1881 yılında Fransa tarafından başlatılmış; ancak mühendislik zorlukları, organizasyon eksiklikleri ve sıtma ile sarıhumma gibi hastalıklar nedeniyle proje yarım kalmıştır. Yaklaşık 22.000 işçinin hayatını kaybettiği bu süreç, tarihe "Panama Skandalı" olarak geçmiştir. Fransızların başarısızlığının ardından şirket iflas etmiş, 4 Mayıs 1904'te ABD projeyi ve kanalın hisselerini devralmış, çeşitli zorlukların üstesinden gelerek kanalı 15 Ağustos 1914'te açmıştır. Bu süreçte toplamda yaklaşık 27.500 kanal çalışanı hayatını kaybetmiştir.
1977'de ABD Başkanı Jimmy Carter ve Panama Devlet Başkanı Omar Torrijos, Torrijos-Carter Antlaşmaları’nı imzaladı. Bu antlaşmalara göre kanalın kontrolü 1999’da Panama’ya devredilecekti. 31 Aralık 1999'da ABD, resmî olarak kanalın yönetimini Panama'ya bıraktı ve bölgedeki askerî varlığını sonlandırdı. Bugün Panama Kanalı'nın yönetimi, Panama Kanalı Otoritesi (ACP) tarafından yürütülmektedir.
İki büyük kanal projesinde Fransızlar öncelikle projede bulunarak sonrasında çekilmektedir. Süveyş kanalında, kanalın idaresini İngilizlere, Panama kanalında ise kanalın idaresini ABD’ye bırakmışlardır.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, aylardır "Amerikan gemileri, hem savaş gemileri hem de ticaret gemileri, Panama ve Süveyş Kanallarından ücretsiz geçebilmelidir. Bu kanallar ABD olmadan var olamazdı." ifadelerini kullanarak aslında bu kanallar üzerinde yeniden söz sahibi olmak istediğini açıkça dile getiriyor. Panama skandalı sonrasında sağlanan finansman ve 1956 krizinde İngilizlerin ve Fransızların elinden Süveyş kanalını kurtardıklarını ve yeniden açılması için finansman sağladıklarını için bu talepte bulunduklarını düşünmek yanlış olmaz.
Ben Gurion Kanalı, 1960’larda İsrail tarafından önerilen, Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayacak yaklaşık 100 kilometrelik bir su yolu projesiydi. Eilat’tan başlayıp Arabah Vadisi üzerinden kuzeye yönelmesi planlanan kanal, Gazze Şeridi’ni aşarak Akdeniz’e ulaşacaktı.
İlk kez 1800’lerde İngiltere tarafından gündeme getirilen fikir, Süveyş Kanalı’nın millîleştirilmesinin ardından 1963'te ABD tarafından tekrar ele alındı. Ancak yüksek maliyet, siyasi riskler ve bölgesel tepkiler nedeniyle proje hayata geçirilmedi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 3-4 yıl önce bu kanalı tekrar gündeme alabileceklerini dile getirmişti. Fakat bana göre bu projeyi gerçekleştirmeyeceklerdir. Çünkü bunu dış finansmanla yapacakları için bu kanalın yönetimde başkalarının söz sahibi olmalarını istemezler. Sonrasında doğacak jeopolitik ve siyasi sorunlar, bu projenin önünü kapatacaktır.
Peki Kanal İstanbul Projesi için Türkiye’nin yeterli finansman kaynağı var mı? Geleceği ne olacak?