Dünya tarihinin kırılma anlarını incelediğimizde, coğrafyalar değişse de sahneden hiçbir zaman çekilmeyen tek bir fikir belirir: Roma fikri. Bugün Papa 14. Leo’nun gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti etrafında oluşan atmosfer de, aslında bu uzun tarihsel hattın günümüze yansıyan yeni bir durağıdır. Bu hattı doğru okumak için gözlerimizi M.S. 313’e, Hristiyanlığın kaderini değiştiren Milano Fermanı’na çevirmek gerekir.

Milano Fermanı, Konstantin ile Licinius’un Mediolanum’da(Milano) vardığı bir uzlaşıydı. Bu belge yalnızca Hristiyanlara yasal bir statü tanımadı; aynı zamanda Roma’nın tolerans anlayışını hukuki bir çerçeveye dönüştürerek imparatorluğun iç düzenini baştan şekillendirdi. Fakat bu sadece başlangıçtı.

Roma’nın karşı karşıya kaldığı derin teolojik tartışmalar, 325 yılında Konstantin’in çağrısıyla toplanan Birinci İznik Konsilinde yeni bir evreye geçti. İznik, Kristolojik tartışmalara açıklık getirerek İznik İman İkrarını oluşturdu ve Hristiyanlığı kurumsal bir çerçeveye kavuşturdu. Ancak bu konsilin çoğu kez göz ardı edilen bir yönü vardır: Birleştirici olduğu kadar ayrıştırıcıdır da. İskenderiyeli Arius’un görüşleri aforoz edilerek Hristiyanlığın ilk büyük iç ayrılığı resmen doğmuştur.
Konstantin’in Roma İmparatorluğu’nun ağırlık merkezini Roma’dan İstanbul’a taşıdığı ve 395’te imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma’nın merkez olarak yeniden öne çıktığı düşünülürse, İznik’in bu kurumsal hamlesi aynı zamanda Doğu’nun güçlenmesinin sembolüdür.

1054’teki Büyük Ayrılık, Papa 9. Leo ile Patrik Mikhael Keroularios’un karşılıklı aforozlarıyla iki kilisenin yollarını tamamen ayırdı:
Bir tarafta evrensel otorite iddiasındaki Papalık, diğer tarafta kendi coğrafyasında bağımsız bir ruhani merkez hâline gelen Ortodoks dünyası…

Bu nedenle, 1453 İstanbul’un fethi, sadece bir başkentin el değiştirmesi değildir. Fatih Sultan Mehmed’in Kayser-i Rûm unvanını alması, bastırdığı paralara “Bizans İmparatoru” ibaresini koyması. Bu iddianın en çarpıcı sembollerinden biri ise çoğu kişinin bilmediği ama tarihin sessizce anlattığı bir ayrıntıdır: Fatih Camii, Bizans imparatorlarının defnedildiği Havariyyun Kilisesi’nin bulunduğu alanda yükselmiştir. Havariyyun Kilisesi 1204 yılında gerçeklesen 4. Haçlı Seferinde ağır hasar almıştır ve 1462 yılında tamamen yıkılmıştır. Fatih Sultan Mehmed’in türbesi de tam bu noktadadır. Yani Fatih, Roma’nın imparatorlarıyla aynı toprağa defnedilerek “Bu mirasın gerçek devamı benim” mesajını tarih boyunca yankılanacak biçimde vermiştir.

Roma fikrinin parçalanması sadece Doğu-Batı ekseninde kalmadı. 1494 Tordesillas Antlaşmasıyla Papa VI. Alexander(Rodrigo Borgia) dünyanın iki Katolik krallık arasında pay edildiğini ilan etti. Bu, Papalığın bile içsel güç mücadelelerinden azade olmadığını gösteriyordu.

Bu kırılmaların üzerine bir de 1517–1521 arasında yaşanan Martin Luther krizi eklendi. Luther’in Papa 10.Leo tarafından aforoz edilmesi, yalnızca bir teolog ile papalık arasındaki anlaşmazlık değildi; Avrupa’da yeni bir dinî geleneğin—Lutheryenliğin—doğuşuydu. Böylece Hristiyanlık, Katolik-Ortodoks-Protestan ekseninde üç ana kola ayrılarak daha da çeşitlendi. Aslında burada 1494 yılında iki Katolik krala dünyayı paylaştıran 6.alexander sonrasında bu durumdan rahatsız olan alman prensler vardı. 1520’lerde Avrupa ticaretine almanlar hakimdi. Bu hakimiyet sonrasında İspanyol ve Portekizlilere papalık tarafından dünyayı ıkıye paylaştırılması buyuk sorunlar oluşturmuştu. Lutheryan kiliselerini destekleyen Alman Prensleri sonrasında ilk yaptıkları hamle ise Ortodoks olan Ruslar ile anlaşarak dünya ticaretini Almanya’dan başlayarak Ortodoks olan Rusya üzerinden Çin’e kadar ulaşmaktı. Büyük bir birliktelik doğmuştu burada Katolik kilisesi tarafından aforoz edilen Lutheryan Almanlar ve yine 1054 yılında Katolik kilisesi tarafından aforoz edilen Ortodoks Ruslar arasında.

Anadolu: Hristiyanlık inancının ilk ve son sahnesi. Bu coğrafya sadece konsillerin değil, kutsal metnin bizzat kendisinin tanığıdır. Pavlus’un (bugünkü Konya ve Kapadokya sınırları içinde kalan Galatya bölgesindeki) Galatyalılara yazdığı mektuptaki şu cümle, dün olduğu kadar bugün de anlamını korur:

“Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne kadın ayrımı var. Çünkü hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.” (Galatyalılar 3:28)

Burada, Anadolu’nun inancın farklı kültürleri bir arada eritme gücüne sahip ilk bölge olduğunu gösterir.Ayrıca Hristiyanlığın en kadim metinlerinden Vahiy Kitabı, Patmoslu Yuhanna tarafından yazıldığında dünyanın sonuna giden sürecin yedi kilisesini sıralar: Efesos, İzmir, Bergama, Tiyatira, Sardis, Filadelfiya ve Laodikya.
Bu yedi ruhani merkezin tamamı bugün Türkiye sınırları içindedir. Yani Anadolu, hem inancın “ilk dönem” sahnesi hem de “son dönem” tasvirinin mekânıdır; zamanın başı ile sonu arasında kurulmuş kutsal bir köprüdür.

Haçlı Seferleri ve Ortodoks Dünyasının Tarihsel Kırılmaları

Bu farklılaşma elbette sadece kültürel boyutta kalmadı. 1054’teki Büyük Ayrılık, Hristiyan dünyasını ikiye bölen en derin fay hattı oldu. Papa 9. Leo ile Patrik Mikhael Keroularios arasındaki karşılıklı aforozlar, Roma ile Konstantinopolis arasındaki gerilimi tırmandırdı ve iki kilisenin yolları resmen ayrıldı. Bir tarafta evrensel otorite iddiası olan Papalık; diğer tarafta kendi coğrafyasında bağımsız bir ruhani merkez hâline gelen Ortodoks dünyası…

1054’te yaşanan karşılıklı aforozların hemen ardından gelen Katolik haçlılardan oluşan 1.Haçlı Seferleri, hedefinde Kudüs’e yönelmişti; ancak Anadolu’dan geçmek zorunda olduklarından, Selçuklu topraklarında Müslümanlar ile doğrudan karşılaştılar. Yani 1.Haçlı Seferi Müslümanlara değil, Anadolu’daki Suriye’de ki Kudüs’te ki Ortodokslara da hedef almıştı.

Osmanlı döneminde ise ticarette Katolik Venedik ve Ceneviz’e karşı Ortodoks Ermeniler ve Fener Rumları desteklenerek ticari denge bilinçli şekilde Ortodoks lehine kurulmuştu. Fatih’in Kırım’ı fethetmesi, Katolik Ceneviz’in ticaret ağlarını kontrol eden limanlarını Osmanlı hâkimiyetine geçirerek Katoliklerin ekonomik etkisini kırıyordu.

Ancak 20. yüzyıla gelindiğinde Anadolu’daki Ortodoks nüfusun azaldığı bir tablo ortaya çıkmıştır.
1915 Ermeni tehciri, 1915–1916 Süryani katliamları ve 1924 Nüfus Mübadelesi ile Rumların gönderilmesi, Ortodoks nüfusu Anadolu’dan büyük ölçüde gönderilmiştir. Bugün İznik’te Papa’nın ziyaretinde gözle görülür bir Ortodoks cemaatinin bulunmaması, tarihin bu uzun seyriyle doğrudan ilgilidir. Demek ki Katolikler Türkiye’nin içinde ki güç odakları ile Türkiye’de ki Ortodoksları elemine ettiler.

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Katolik dünyası ile Doğu Avrupa’daki Ortodoks ülkeler arasında kurduğu stratejik ittifaklar ise Rusya’ya karşı bir tampon bölge oluşturmuş ve komünizmin aşılmasında önemli rol oynamıştır.
Balkanlarda Katolik dünyanın ön cephesi Macaristan, kuzeyde ise Polonya–Lehistan hattıydı; fakat bu coğrafyaların ruhani koruması yine İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesi ile ilintiliydi.

Papa 14.Leo’nun Ziyareti: Yeni Bir Dönemin İşareti

Bütün bu tarihsel arka plan ışığında Papa 14.Leo’nun Türkiye ziyareti artık sıradan diplomatik bir ziyaret olmaktan tamamen çıkıyor.

Ziyaret sırasında Ayasofya’nın restorasyon nedeniyle kapalı olmasından ötürü Papa’nın burayı ziyaret edememesi ise sembolik açıdan çok dikkat çekicidir. Ayasofya Ortodokslar için tarihsel bir merkezdir; Katolikler için ise Roma/Vatikan merkezdir. 2020’de Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesinde en büyük kırılmayı Ortodoks dünyanın hissettiğini hatırlamak gerekir. Papa bu ziyaretinde Sultan Ahmet Camine ziyaret gerçekleştirdi.

Papa'nın ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye seçmesi de rastlantı değildir.
Kıbrıs meselesinin yeniden ısındığı bir dönemde bu ziyaret, Katolik dünyasının Ortodoks Rumlardan ziyade Müslüman Türkiye ile yakın durduğu yönünde güçlü bir mesaj taşıyor.

Bu ziyaretin aynı zamanda ABD’nin Rusya’ya yönelik tehdidini destekleyen bir çerçevede okunması gerektiği de açıktır.

Ve tüm bunların üzerine sembolik olarak eklenen bir detay daha var:
Tarihte aforozlarıyla ünlenen Papa Leo’lar –1054’teki Papa 9. Leo ve 1521’deki Papa 10. Leo– bugün 14. Leo’nun İznik ziyaretinde adeta tarihsel bir yankı buluyor.
325’teki Birinci İznik Konsili’nin ayrıştırıcı yanını düşünürsek, 2025 yılında yapılan bu ziyaret Katolik ve Ortodoks dünyasını birleştiriyor mu?
Cevap açıktır: Hayır.

Papa’nın Beştepe’de Millet Kütüphanesi içerisinde bulunan büyük bir dünya küresi önünde yapılan programın verdiği mesaj son derece çarpıcıydı:
“Dünyayı Katolikler ve Müslümanlar arasında yeniden paylaşalım.”
Bu sözler, Roma’nın yüzyıllardır süren evrensellik iddiasını yeni bir formda tekrar sahneye taşıdığını gösteriyor. Burada söylenilen ilahiyi hatırlatmak isterim “Tale‘al Bedru ‘Aleyna yani Ay doğdu üzerimize”

Papa 14.Leo ‘nun Türkiye ziyareti, iki bin yıllık Roma fikrinin yeni bir yorumu olarak okunmalıdır:

Papa 14.Leo Türkiye’yi Roma’nın Mirasçısı olarak kabul etmiştir…