Dünya deniz ticareti denildiğinde akla ilk gelen yapay su yolları kuşkusuz Süveyş ve Panama kanallarıdır. Bu kanallar, yalnızca mühendislik harikası olmalarıyla değil, aynı zamanda dünya ticaretinin yönünü kökten değiştirmeleriyle de tarihe damga vurmuştur. Ancak deniz ticaretine yön veren yalnızca bu insan yapımı geçitler değildir. Doğanın sunduğu stratejik boğazlar da yüzyıllardır siyasetin, ekonominin ve küresel güç mücadelelerinin merkezinde yer almaktadır.

Malakka Boğazı, Hürmüz Boğazı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Babülmendep Geçidi gibi doğal eşikler, medeniyetleri birbirine bağlayan kilit noktalardır. Bu yazıda, özellikle Pasifik merkezli sanayileşmiş ülkeler için yaşamsal öneme sahip iki geçide, Hürmüz ve Malakka boğazlarına tarihsel bir mercek tutmak istiyorum. Zira bu boğazlar, sadece geçiş rotası değil, aynı zamanda yüzyıllardır süregelen küresel mücadelelerin sessiz tanıklarıdır.

Hürmüz Boğazı

Basra Körfezi ile Umman Körfezi’ni birbirine bağlayan, küresel enerji tedarikinin adeta kalp damarı olan Hürmüz Boğazı, yalnızca bir su yolu değildir. Bu boğaz, adını eski İran inancındaki "iyilik tanrısı" Hürmüz’den alır. Bugün iyilikle kötülüğün, güvenlikle tehdidin, ticaretle çatışmanın birbirine karıştığı bir eşik noktasıdır burası. Küresel petrol ve doğalgaz ihracatının %30'dan fazlasının bu dar geçitten yapıldığı düşünüldüğünde, Hürmüz’e dair her tarihsel detay bugünün jeopolitiğini anlamada kritik bir anahtar niteliği taşır.

16.yüzyıldan itibaren boğaza hâkim olma yarışı, Arap ve Fars hanedanları arasında başlamış, 1507’de Portekizlilerin Hürmüz Adası’nı ele geçirmesiyle Avrupa da bu yarışa dahil olmuştur. Ancak 1622’de Safevi Şahı I. Abbas’ın taarruzuyla boğaz yeniden Fars hakimiyetine girmiştir. Ne var ki denizlerde güçlü olamayan bir imparatorluğun, karasularını uzun vadeli koruyamayacağı da açıktı. 19. yüzyılda sahneye çıkan İngilizler, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi aracılığıyla bölgede askeri ve ticari üsler kurarak stratejik üstünlüğü ele geçirmiştir. 1820’de Arap şeyhleriyle imzalanan "Deniz Ateşkes Anlaşmaları", 1853’teki "Sürekli Ateşkes" ile birleşmiş ve İngiltere, Hürmüz üzerindeki İran etkisini büyük ölçüde sona erdirmiştir.

Günümüzde ise tablo daha karmaşık. İran ve Umman’ın 1959 ve 1972’de karasularını 12 deniz miline çıkarmasıyla, boğazda uluslararası geçiş alanı fiilen daralmıştır. İran, 1979’daki İslam Devrimi sonrasında daha sert bir politika benimserken, ABD öncülüğündeki Batı dünyası Hürmüz’ün açık kalması için geniş çaplı bir güvenlik stratejisi geliştirmiştir. Körfez İşbirliği Konseyi'nin 2000 yılında kurduğu savunma paktı, Hürmüz Boğazı’nı artık sadece bir deniz geçidi değil, küresel güç dengeleri açısından hayati bir düzen meselesi haline getirmiştir.

Malakka Boğazı: Pasifik’in Kilidi

Asya'nın kalbinde yer alan Malakka Boğazı, Hint Okyanusu ile Pasifik’i birbirine bağlayan en dar ve en yoğun geçiş noktalarından biridir. Her yıl yaklaşık 50.000 geminin geçtiği ve dünya ticaretinin üçte birinin bu boğazdan aktığı düşünülürse, Malakka’nın jeopolitik önemi çok daha net anlaşılır. Japonya, Güney Kore, Tayvan ve özellikle Çin gibi sanayi devlerinin enerji ihtiyacı bu hatta taşınmaktadır. Malakka Boğazı bugün, Asya-Pasifik’in ekonomik nefes borusudur.

Ancak bu boğazın hikâyesi, yalnızca ticari değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi bir derinlik taşır. Malezya'nın Sarawak eyaletiyle bağlantılı tarihsel süreç, Malakka Boğazı’nı aynı zamanda bir medeniyet sahnesine dönüştürmektedir. 15. yüzyılda Brunei İmparatorluğu’nun Sarawak kıyılarına yerleşmesiyle başlayan süreç, 16. yüzyılda bu bölgenin Portekizli haritacılarda "Cerava" adıyla anılmasıyla devam eder. 1839 yılında Sarawak Sultanı'nın düzeni sağlamak amacıyla İngiliz denizci James Brooke’tan yardım istemesi, bölgedeki siyasi yapının dönüşümünü başlatmıştır.

Brooke’un isyanı bastırmadaki başarısı, ona "valilik" yetkisini ve Sarawak’ta yönetsel hakimiyeti kazandırmıştır. 1841’de "ilk Beyaz Raja" olarak göreve başlayan Brooke, yönetimini ailesine devrederek bir hanedan kurmuş ve bu aile "Beyaz Raja" olarak anılmıştır. Bu dönemde kurulan Borneo Company Limited, tarımdan bankacılığa kadar geniş bir ekonomik faaliyet alanı geliştirmiştir.

1941'de Brooke yönetiminin yüzüncü yılı kutlanırken hazırlanan anayasa, Sarawak halkına daha fazla söz hakkı tanımayı amaçlamışsa da, II. Dünya Savaşı'ndaki Japon işgali bu süreci yarıda bırakmıştır. Sarawak, üç yıl sekiz ay boyunca Japonya tarafından yönetilmiş, ardından 1945’te Avustralya kuvvetlerine teslim olmuştur. 1946’da İngiltere’ye devredilen bölge, nihayet 1963’te Malezya Federasyonu’na katılmıştır.

Bu tarihsel seyir, yalnızca yerel bir dönüşüm değil, Malakka Boğazı'nın bölgesel ve küresel düzlemde ne kadar kritik bir unsur olduğunu göstermektedir. Brunei sultanlığının bölgeyi İspanyollardan savunmak adına İngilizler ile iş birliği yapması ve bölgede ki korsanlara destek olunması dönemin deniz ticaretindeki rekabetin sertliğine ışık tutar. Benzer şekilde Osmanlı'nın Akdeniz korsanlarına verdiği zaman zaman destekle, Venedikli tüccarların denetimini sınırlamaya çalışması, deniz ticaretinin daima sadece ekonomiyle değil; aynı zamanda güç, strateji ve siyasetle yönetildiğini hatırlatır.

Hürmüz Boğazı’ndan Malakka’ya uzanan bu tarihsel hat bize şunu açıkça gösteriyor: Coğrafi avantajlar tek başına güç anlamına gelmez. Bu avantajları sürdürülebilir kılmak, tarihsel bilinçle, siyasi akılla ve bölgesel iş birlikleriyle mümkündür. Günümüzde deniz yolları hâlâ küresel ekonominin can damarını oluşturuyor. Ancak bu damar yalnızca petrol ve konteyner taşımıyor; aynı zamanda geçmişten gelen çıkar çatışmalarını, kimlik mücadelelerini ve diplomatik hassasiyetleri de beraberinde taşıyor.

Unutmadan: Sarawak da dâhil olmak üzere Malezya, bugün İngiliz Milletler Topluluğu’nun bir üyesi. Tarihin ilginç cilvesi; bir zamanlar bağımsız sultanlıkların, Japonya’nın ve Beyaz Rajaların yönettiği topraklar, şimdi İngiliz monarşisinin simgesel bir parçası. Kimi zaman denizlerin getirdiği şey sadece ticaret olmuyor; tarihin ta kendisi de kıyıya vurabiliyor…