Karadeniz’in hırçın dalgaları kemençenin tiz ve derin sesiyle buluşur, rüzgârla taşınan notalar yeşilin binbir tonunda dans eder. Ormanların gölgesinde çalınan tulum ve kemençe, toprağın kokusuyla birleşir; her akor bir hayatın ritmini anlatır, her sessizlik bir düşünce boşluğu yaratır. Köylerin taş sokaklarında yankılanan horon ezgisi, zamanın ve mekânın ötesinde bir tarih taşır; her nota bir felsefi sorudur: İnsanın kendisiyle ve doğayla olan uyumu nedir?
Ege’nin mavi koylarında udun nazlı nefesi süzülür, balıkçı teknelerinin sabah sessizliğinde martı çığlıklarıyla karışır notalar. Fenerlerin ve limanların ışığı dalgalarla harmanlanır; her akor suyun yüzeyinde bir yansıma, her sessizlik denizin derinliğinde bir düşüncedir. Güneydoğu’da bağlamanın tellerinde hayatın sıcaklığı vardır; toprağın kokusu, tütün tarlalarının rengiyle karışır. Burada türküde hem özlem, hem sabır, hem umut vardır; her telin titreşimi bir insan öyküsünü taşır, her melodi bir varoluş felsefesi sunar.
İç Anadolu’nun bozkırında ise bağlamanın tınısı hayat bulur; Neşet Ertaş’ın ruhu hâlâ yankılanır. Garip adamın sesi Anadolu’nun özünü taşır. Sözleri yalın ama derin, her dizesi bir hayat dersidir: “Ne yolun sonu var ne de dönülmez bir uçurum; önemli olan yolda olabilmektir.” Bağlamanın telleriyle yoğrulmuş eserleri, Anadolu’nun bozkırındaki her evin, her sokak lambasının, her insanın kalbine dokunur.
Neşet Ertaş’ın en güzel eserlerinden biri olan “Leylasına” bestesinin sözleri şunlardır:
zülüf dökülmüş yüze,aman.
Kaşlar yakışmış göze, aman aman
Usandım bu canımdan, aman aman
Derd ile geze geze
bu ellerde gez gayrı, aman ,aman .
Kâtip ol da yaz gayri, aman aman
Bir kazma al bir kürek, aman aman
Mezarımı kaz gayri
Osmanlı saraylarının mozaiklerinden süzülen ışık sokakların taşlarına, çarşıların kalbine taşınır; santur, rebap, arp ve piyano her enstrüman bir dil, her tını bir köprüdür. Tarih ve kültür notaların arasına gizlenmiştir.
Viyana sokaklarında çalan çello ve fagot, Balkanlar’ın rengârenk melodileriyle birleşir. Her ezgi bir gökyüzü yıldızı, her nota bir nehir, her sessizlik bir okyanustur. Dünya müzikleri, Anadolu’nun türkülerine dokunur ve insan, evrensel bir ruhla kendini bulur. İstanbul’un minarelerinden çıkan ezan melodileri, Fransa’nın sokaklarında çalan keman tınıları, Arap ülkelerinin oud sesleri ve Asya’nın geleneksel flütleri bir araya gelir; her kültürün kendi rengi vardır, her nota bir dünyadır.
Mozaikler sadece taşlardan yapılmaz; her renk bir duygu, her desen bir tarih, her dokunuş bir melodinin sessiz yankısıdır. Ağaç yapraklarının titreyen yeşili, deniz dalgalarının mavi ritmi, güneşin altın ışığı, dağların gri ve bakır tonları… Hepsi bir nota, hepsi bir melodi, hepsi bir şiirdir.
Rebap, santur, bağlama, piyano, arp, çello, fagot… Hepsi aynı dili konuşur: insan ruhunun dili. Her tını bir felsefi soru, her makam bir cevaptır; her ezgi insanın kendini tanıma yolculuğudur. Hayatın her anında, her coğrafyada, her renkte, her notada insan kendini keşfeder; sanat, evrenin ve zamanın dilini konuşur.
SABRİ GELİCİLİ Akrostişi
Sessizlikten doğan bir tınıdır içimdeki;
Azgın dalgaların ve sessiz köylerin melodisiyle yankılanır;
Bağlamanın telinde Balkan rüzgârı bulur hayat;
Renkler, mozaikler ve tarihin fısıltısı birleşir;
İçimdeki ezgi evrensel bir dil olur.
Gökyüzünün mavisinde piyano çalar;
Ezgilerle İstanbul’un tarihine dokunurum;
Leylak ve lavanta kokusuyla renkler yaratırım;
İç Anadolu’nun bozkırında bağlama ve Neşet Ertaş’ın ruhuyla nefes alırım;
Cello ve fagotla Avrupa melodilerini taşırım;
İçimdeki sanatla dünya köprüsü kurarım;
Laleler, mozaikler ve ezgilerle insanı aydınlatırım;
İnsan ruhunu titretir, Sabri Gelicili’dir ben..