Ticaret tarihi, yalnızca ekonomik anlaşmaların değil; aynı zamanda devletlerin stratejik, politik ve kültürel vizyonlarının da belirlendiği bir sahnedir. Bu sahnede bazı anlaşmalar, imzalandıkları dönemi aşarak küresel dengeleri etkileyen mihenk taşları hâline gelir. Bunlardan biri de 1838 yılında Osmanlı Devleti ile Birleşik Krallık arasında imzalanan Balta Limanı Ticaret Antlaşmasıdır. İngiltere’nin başını çektiği bu süreç, Osmanlı’nın ekonomik bağımsızlığı üzerinde ciddi etkiler bırakmış, kapitülasyonların yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Bu anlaşma, İngilizlere Osmanlı pazarında geniş imtiyazlar sağlarken, Osmanlı yerli tüccarının rekabet gücünü de zayıflatmıştır.
Osmanlı’nın bu antlaşmaya yönelmesinde hem içerideki siyasi ve ekonomik baskılar hem de Avrupa’yla entegrasyon arzusu etkiliydi. Ancak bu durum, kısa vadeli ekonomik rahatlamalar sağlasa da uzun vadede bağımlılık ilişkisini derinleştirdi. Osmanlı’dan önce ve Osmanlı döneminde Akdeniz’de ticaretin kurallarını belirleyenler arasında Venedik ve Cenevizliler gibi güçlü denizci cumhuriyetler vardı. Bu şehir devletleri,1000 yıl önce kaleler, limanlar ve ticari koloniler kurarak Doğu ile Batı arasında ekonomik köprüler oluşturmuş; tıpkı bugün çok uluslu şirketlerin yaptığı gibi, geniş bir ticaret ağına hükmetmişlerdi.
Tarih, bu tür stratejik hamlelerle dolu. Örneğin Kırım Yarımadası’nın güneyindeki Kefe, bir zamanlar Cenevizlilerin inşa ettiği liman ve iskeleler sayesinde Karadeniz ticaretinde belirleyici bir merkez olmuştu. Cenevizliler ve Venedikliler gibi denizci milletler, liman ve kalelerle sağladıkları altyapı sayesinde dünya ticaretinde yüzyıllarca söz sahibi olmuşlardı. Bugün dahi Akdeniz tarihinde hangi döneme bakarsak bakalım, ticaretin merkezinde bu milletlerin etkisini görmek mümkündür. Çünkü altyapı, sadece liman inşa etmek değil; aynı zamanda ekonomik ve politik nüfuz inşa etmektir.
Bugün de benzer bir ekonomik korumacılık anlayışını Donald Trump’ın başkanlık döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nde yeniden şahit olduk. Trump'ın Endonezya ile imzaladığı yeni ticaret antlaşması, dış ticaretteki baskı politikalarının bir ürünüydü. Trump, Endonezya'yı %32 gümrük vergisiyle tehdit ederken, bu antlaşmayla Endonezya %19 vergiyle ABD pazarına girmeyi kabul etti. Buna karşılık ABD ürünleri Endonezya pazarına gümrüksüz girecekti. Anlaşmanın ardından Endonezya, ABD'den 15 milyar dolarlık enerji ürünü ve 4,5 milyar dolarlık tarım ürünü almayı, ayrıca 50 adet Boeing uçağı satın almayı taahhüt etti. Hatırlatmakta fayda var: Endonezya bir tarım ülkesidir. Tarım ülkesi olan bir ülkeye, kendi çiftçilerini ve üretimlerini korumak adına Trump, 4,5 milyar dolarlık tarımsal ürün alınmasını kabul ettirmiştir.
Endonezya, 400 yıl boyunca Hollanda’nın sömürge politikalarının etkisi altında kalmış; Hollanda Doğu Hint Adaları adıyla anılan bu bölge, Batı’nın Doğu’daki ticari üstünlüğünün simgesi olmuştu. Çünkü ticari geçmişi 400 yıl öncesine uzanan, denizciliğin merkezi olan Hollanda, tıpkı Venedikliler gibi her zaman merkezde olmayı başarmış bir ülke. Bugün dünyanın en büyük limanı olan Rotterdam’a ev sahipliği yapan Hollanda’nın bu küresel ticaret sistemindeki rolü tesadüf değildir. Keza, dünyanın ikinci büyük limanı olan Umman’daki Salalah ın yeniden inşası yine Batı merkezli bir ticari aklın ürünüdür. Ve özellikle belirtmek gerekir ki bu iki limanda Çin yoktur.
Hollanda demişken, son günlerde akla gelen en meşhur Hollandalı isim, Hollanda’nın eski başbakanı ve bugün NATO Genel Sekreteri olan Mark Rutte. Rutte'nin, Donald Trump için kamuoyuna yönelik esprili ama bir o kadar da derin bir anlam taşıyan ifadeyle “BABA” demesi, iki ülke arasındaki stratejik bağın bir yansıması olarak görülüyor.
Trump'ın, Hollanda'nın eski kolonisi olan Endonezya ile imzaladığı bu ticaret anlaşması, adeta bir “evladını koruma refleksi” olarak okunabilir. Zira bu anlaşmayla ABD, sadece Endonezya’yla ekonomik ilişkilerini güçlendirmeyi değil, aynı zamanda Çin'in bölgede artan nüfuzunu dengelemeyi de hedeflemiştir. Bu tür diplomatik hamleler, Amerika’nın küresel çıkarlarını koruma politikalarının bir uzantısıdır ve Baba Trump’ın “çocukları” olarak gördüğü müttefiklerini dünyanın dört bir yanında destekleme stratejisine uygundur.
Bu denklemde Çin yok, ama Amerika’nın gölgesi hep var. Ve bu gölge, her geçen gün farklı bir anlaşma ile derinleşiyor. Trump’ın gümrük mektupları, ekonomik milliyetçiliğin güncel bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Aslında Trump’ın asıl mesajı şuydu: “Amerikalı şirketler, yabancı ülkelerde yatırım yapmayı bırakın, gelin ülkenize dönün.”
Trump döneminin vergi politikaları da bu genel çerçeveyle birlikte okunmalıdır. Trump’ın sıkça dile getirdiği “Önce Amerika” yaklaşımı, sadece iç piyasayı değil, dış ilişkilerde de kontrollü ve yönlendirici bir ekonomi modeli hedeflemiştir. Endonezya ile yapılan bu yeni ticaret antlaşması, Amerikan ekonomisinin yeniden yapılandırılmasında stratejik ortaklıkların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Son olarak, Çin’in teknolojik ve ekonomik yükselişi karşısında Asya-Pasifik’te denge kuran ABD'nin, Endonezya gibi 6,4 milyon km²'lik bir deniz egemenliği alanına sahip ülkelerle anlaşması asla bir tesadüf değildir.
Bu adım, Çin’in bölgesel ticaret hâkimiyetine çekilmiş stratejik bir settir…