Tarih, yalnızca olanları anlatmaz; aynı zamanda bunların nasıl ve neden gerçekleştiğini de sorgulatır.1853 yılı, dünya tarihinde bu sorgulamayı hak eden bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu yıl, dört farklı coğrafyada – Uzak Doğu’da Japonya limanlarının açılmasıyla, Hindistan’da Britanya Hindistan İmparatorluğu kurulmasıyla, Basra Körfezi’nde İngiliz himayesinin tahkimiyle ve Karadeniz kıyılarında Kırım (Osmanlı-Rus) Savaşı’nın başlamasıyla – aslında aynı stratejik zeminde oynanan bir oyunun farklı sahneleri olarak karşımıza çıkar. Oyunun adı nettir: Birleşik Krallık’ın deniz yolları üzerindeki küresel hâkimiyet hamlesi.

1. Uzak Doğu’da Açılan Kapı: Japonya’nın Uyanışı ve İngiliz Hesapları

1853 yılında, Amerika Birleşik Devletleri donanması, Birleşik Krallık’ın teşvikiyle Japonya’ya doğru yola çıktı. 31 Mart 1854’te imzalanan Kanagawa Antlaşması, yalnızca Japonya’nın değil, tüm Asya’nın çehresini değiştiren bir adımdı. ABD’nin “Kara Gemileri” eşliğinde Tokugawa Şogunluğu’na dayattığı bu açılım, iki yüzyıllık sakoku (içe kapanma) politikasını yerle bir etti.

Ancak bu gelişmeler yalnızca Washington’da değil, Londra’da da yankı buldu. Birkaç ay sonra, 14 Ekim 1854’te İngiltere de Japonya ile bir dostluk antlaşması (Anglo-Japanese Friendship Treaty) imzaladı. Hakodate ve Nagasaki limanları İngiliz ticaretine açılırken, “en çok kayrılan ulus” statüsüyle Londra, Japonya’nın modernleşme sürecinde sessiz ama etkili bir aktör hâline geldi.

Bu antlaşma yalnızca ticari ayrıcalık değil, aynı zamanda deniz yollarının güvenliği, Rusya’nın Uzak Doğu’daki yayılmacı politikalarının dengelenmesi ve Çin’deki çıkarların korunması açısından da hayatiydi. Perry’nin topçu diplomasisiyle kapılarını aralayan Japonya’da, İngilizler ince bir diplomatik dikişle geleceğin süper gücünün kumaşını örmeye başladı.

Kısa sürede bu diplomatik dikiş, siyasi bir yırtığa dönüştü: Şogunluk zayıfladı, daimyōlar bölündü, Meiji’nin ayak sesleri duyulmaya başlandı.

2.Hindistan: Berar Üzerinden Kurulan Kraliyet Hâkimiyeti

1853’te İngilizler, Haydarabad Nizamı’na ait Berar bölgesinin yönetimini ele geçirerek Hindistan’daki doğrudan hâkimiyetlerini pekiştirdi. Bu adım, yerel prenslikleri etkisizleştirme ve sömürge yönetimini genişletme stratejisinin bir parçasıydı. Berar’ın kaybı, yalnızca siyasi bir darbe değil, aynı zamanda halk arasında İngiliz yönetimine karşı artan hoşnutsuzluğun da tetikleyicisiydi. Bu memnuniyetsizlik, sonraki yıllarda çıkan isyanlara zemin hazırladı ve 1858’de İngiltere, Hindistan üzerindeki doğrudan yönetimi Kraliyet’e devrederek Britanya Hindistan İmparatorluğu’nu kurdu.

3. Basra Körfezi: Harita Üzerinde Çizilen Yeni Bir Himaye

Uzak Doğu’da diplomatik ittifaklar kurulurken, Birleşik Krallık gözlerini sıcak denizlerdeki enerji ve ticaret hatlarına dikmişti. 19. yüzyılın ortalarında Basra Körfezi, Osmanlı’nın gölgesinde ama İngiltere’nin planlarında merkezi bir konumdaydı. Bu bölge, İngiliz arşivlerinde “Pirate Coast” (Korsan Kıyısı) olarak anılıyor ve bu adlandırma, müdahaleye gerekçe olarak sunuluyordu.

Bu coğrafyadaki kilit nokta ise Umman’dı. 1853 yılında imzalanan Denizlerde Kalıcı Ateşkes Antlaşması, İngiltere için bir dönüm noktasıydı. Bu antlaşmayla İngiltere, bölgedeki Arap şeyhliklerini fiilen “daimi müttefiki” ilan etti. 1880’de Bahreyn’in, 1892’de ise diğer emirliklerin dış ilişkilerini tamamen Londra’ya devretmesiyle İngiltere, Basra Körfezi’nde sömürge ilan etmeden ve bayrak dikmeden mutlak bir hâkimiyet kurmuş oldu.

4. Kırım Savaşı: Hasta Adam Üzerinden Satranç Tahtasına Yerleşmek

1853 yılı, aynı zamanda Osmanlı-Rus Savaşı'nın, yani Kırım Savaşı'nın başlangıcıydı. Görünürde "kutsal yerler" meselesi üzerinden patlak veren bu savaş, özünde küresel enerji ve deniz yolları mücadelesiydi. Çar I. Nikolay’ın “Osmanlı bir Hasta Adam, mirasını paylaşalım” teklifini reddeden İngiltere, bu hastayı iyileştirmek değil, hastanede tutarak kontrol etmek istiyordu.

Savaş sırasında İngiltere, Baltık Denizi üzerinden Rusya’ya saldırırken bugünkü Finlandiya’yı da hedef aldı. O dönemde Finlandiya, Rusya İmparatorluğu’na bağlı özerk bir büyük dükalık (Grand Duchy of Finland) statüsündeydi. Bu savaş, Fin halkında milliyetçi duyguları ve bağımsızlık arzusunu da körükledi. Zira bu, onların savaşı değildi; Rusya’nın jeopolitik hesaplarının bir sonucuydu.

İngiltere'nin amacı açıktı: Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemek, Hindistan ticaret yollarını korumak ve Fransa ile birlikte Avrupa’daki güç dengesini yönlendirmek. Sinop Baskını İngiltere açısından bir kırılma noktası oldu. 1854’te savaş ilan edildi. Sivastopol’un kuşatılması, Florence Nightingale’in öncülüğünde savaş hastanelerinin modernleşmesi ve nihayet Paris Antlaşması’yla Karadeniz’in tarafsızlaştırılması, İngiltere’ye stratejik zaferler kazandırdı.

Japonya’da açılan limanlar, Hindistan’da kurulan Britanya Hindistan İmparatorluğu, Umman’da tesis edilen himaye düzeni ve Karadeniz’de kazanılan askerî başarılar… Her biri, ilk bakışta birbirinden bağımsız gibi görünse de gerçekte aynı jeopolitik aklın tezahürleridir: Birleşik Karalık’ın küresel strateji hamleleri.

1853 yılı, modern dünya siyasetinde dengenin yalnızca Avrupa merkezli değil, Asya’dan Hint Okyanusu’na, oradan Karadeniz’e kadar uzanan bir yay üzerinde şekillendiğini gösterir. İngiltere, bu yay üzerinde ilerlerken toprak işgali yerine zihinleri, diplomatik metinleri ve ekonomik bağımlılıkları kullandı.

1453 yılında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle Roma İmparatorluğu’nun mirası Osmanlı’ya geçmişti. Acaba bundan tam 400 yıl sonra, 1853’te Birleşik Krallık da, Roma İmparatorluğu’nun sahip olduğu alanlardan daha geniş bir coğrafyada, onun mirasını sessizce devralmış olabilir mi?