Türk Musikisi, sadece seslerden oluşan bir yapı değil; asırlık bir medeniyetin ruh haritasıdır. Her makam, bir duyguyu, bir zamanı, bir insanlık halini anlatır. Ancak ne yazık ki bugün, bu köklü musikinin birçok makamı sessizliğe gömülmüş, notaların arasına sıkışmış, icra edilmez hâle gelmiştir.

Modern müzik algısı, sadece birkaç makamla yetinirken; musiki tarihimiz onlarca farklı makamla bir duygu atlası sunar. Biz bugün hicazı, nihavendi, rastı duyarız belki… Ama ya diğerleri?

Ya Şehnaz?

Zarafetin sesi olan bu makam, hanedan salonlarında yankılanan asaletiyle bugün yalnızca eski meşk defterlerinde yaşıyor.

Ya Ferahnak?

Adı gibi “ferahlık veren” ama içinde hüzün taşıyan bir makam... Kaç kişi hatırlıyor?

Ya Neveser, Suzidil, Dilkeşhâveran, Bestenigâr, Pençgâh, Hümayun?...

Bu makamların her biri bir zamanlar musiki meclislerinin gözdesiydi. Şimdi çoğu, unutulmuş melodilerin içinde kaybolmak üzere...

Oysa bu makamlar sadece birer ses sistemi değil, birer duygu dilidir. Her biri insan ruhunun farklı bir tonunu dillendirir. Örneğin;

Acem: Doğu’nun düşünceli sessizliği.

Mahur: Güneşli bir sabah neşesi.

Sabâ: İçsel bir arayışın tasavvufi yansıması.

Gülizar: Neşe ile hüznün zarif dansı.

Nühüft: Derin ve örtük bir ruh hali.

Suzinak: Sessizce ağlayan bir keman gibi…

Bu makamlar, geçmişte olduğu gibi bugün de insan ruhuna dokunabilir. Fakat unutuldukça, sadece müzikte değil, toplumun duygusal ifade repertuarında da kayıplar yaşanır. Bir millet ne kadar az makam kullanıyorsa, o kadar az duyguyu konuşur hâle gelir.

Bu yazı vesilesiyle çağrım şudur:

Sadece popüler olanı değil, kaybolan makamları da yeniden hatırlayalım. Meşk edelim, sahneye taşıyalım, gençlere öğretelim. Çünkü her bir makam, ruhumuzun başka bir yüzüdür. Sevgi ve saygılarımla.

Sabri GELİCİLİ