Toplumlar, bireylerden oluşan bir bütündür. Ancak bu bütünlük bazen bireylerin en temel haklarından, hatta hayatlarından ödün verilerek sağlanıyor. Toplumsal cinayetler dediğimiz kavram, yalnızca fiziksel şiddet ve ölümle sınırlı değildir; sistematik ihmal, görmezden gelme ve hatta bazı durumlarda sessiz rıza ile gerçekleşir. Bu, bir toplumun kendi insanına karşı işlediği en büyük suçtur.

Toplumsal cinayetler, genellikle uzun bir sürecin sonunda meydana gelir. Bir işçinin iş güvenliği önlemleri alınmadığı için hayatını kaybetmesi, bir çocuğun eğitim hakkından mahrum bırakılması ya da bir kadının şiddet gördüğü halde korunmaması, aslında hepimizin gözü önünde işlenen cinayetlerdir. Çoğu zaman bu ölümlere "kaza", "münferit olay" ya da "talihsizlik" gibi isimler koyarız. Oysa bunlar, bireylerin hayatını hiçe sayan sistematik ihmallerin sonucudur.

Bir örnek vermek gerekirse; işçi ölümleri bu ülkenin kanayan yaralarından biridir. İnşaat sahalarında, maden ocaklarında, fabrikalarda ölen her işçi, sadece bir sayı değildir. O insanlar, birer evlat, birer ebeveyn, birer hayaldi. Fakat bu ölümler, denetimlerin yetersizliği, işverenlerin kar hırsı ve hukuki yaptırımların caydırıcı olmaması gibi nedenlerle adeta "kader" olarak görülüyor.

Kadına yönelik şiddet de bir başka toplumsal cinayet biçimidir. Kadınların korunmadığı, faillerin cezalandırılmadığı, hatta bazen teşvik edildiği bir sistemde şiddet olaylarının "bireysel sorun" olduğunu söylemek büyük bir yanılsamadır. Aslında bu, toplumsal yapının kadınları ikinci plana iten, onları birer "şiddet mağduru" haline getiren bir cinayet mekanizmasıdır.

Eğitimden sağlığa, çevre sorunlarından iş güvenliğine kadar birçok alanda bu tür cinayetlerle karşılaşıyoruz. Ancak asıl acı olan, bu olayların "normalleşmesi". Çünkü toplum olarak bu ölümleri sorgulamaktan vazgeçtikçe, sistemin suç ortakları haline geliyoruz.

Peki, çözüm ne? Öncelikle bireylerin haklarına ve hayatlarına saygı duyan bir toplumsal bilincin oluşturulması gerekiyor. Bunun yolu, eğitimden, medyadan ve sivil toplumun gücünden geçiyor. Hukuki düzenlemeler elbette önemli ama asıl mesele, bu düzenlemelerin etkin bir şekilde uygulanması.

Toplumsal cinayetler, hepimizin sorumluluğunda olan bir utançtır. Sessiz kalmak, bu suçlara ortak olmaktır. O yüzden sormamız gereken soru şu: Sessiz kalmaya devam edecek miyiz, yoksa bu çığlığı duyuracak mıyız?

Bugün, bu yazıyı okuyan herkes kendine bu soruyu sormalı. Çünkü gerçek değişim, bireylerin kendi sorumluluklarını fark etmesiyle başlar.