Adana’nın kavurucu yazları geride kaldığında, kentin kalabalığı ve gürültüsüyle baş başa kalanlar için Belemedik, nefes almanın, biraz durmanın ve doğayla yeniden tanışmanın adresi olur. Torosların eteklerinde, Pozantı’nın kalbinde saklı bu küçük cennet, sonbaharda bambaşka bir ruha bürünür.

Belemedik’e giden yollar, yazın yeşil tonlarını yavaşça sarıya, kızıla, turuncuya teslim eder. Çamların koyu yeşili, ceviz ve çınar ağaçlarının dökülen yapraklarıyla kontrast oluşturur. Tren rayları boyunca uzanan bu renk şöleni, adeta bir tabloya dönüşür. Her virajda başka bir manzara, her köprüde başka bir hikâye çıkar karşınıza.

Sabah saatlerinde Belemedik Vadisi’ni kaplayan ince sis, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte usulca dağılır. Havanın serinliği, insanın içini ürpertmeden diri tutar. Kuş sesleri, uzaklardan gelen tren düdüğüyle karışır; doğa, şehirde asla duyulmayacak kadar sade ama güçlü bir sessizlikle konuşur.

Belemedik’te sonbahar yalnızca bir mevsim değil, bir hatırlayıştır aslında. Zamanın acele etmediği, telefonların sustuğu, kalbin ritminin doğanınkine karıştığı bir alan. Burada yürürken insan, toprağın ve taşın da konuştuğunu hisseder. Her düşen yaprak, bir veda gibi değil; döngünün zarif bir parçası olarak yere süzülür.

Köydeki birkaç eski taş ev, sararmış sarmaşıklarla kaplı duvarlarıyla geçmişin sessiz tanıklarıdır. Dere kenarında oturup çayını yudumlayan yaşlılar, mevsimin getirdiği serinliği yüzlerinde taşır. Kimse acele etmez, kimse “vakit geçiyor” demez. Çünkü Belemedik’te zaman, başka bir ritimde akar.

Birçok kişi sonbaharı hüzünle özdeşleştirir; oysa Belemedik’te hüzün bile güzeldir. Rüzgârın taşıdığı yapraklar, rayların üzerine düşerken geçmişle bugün birbirine karışır. İnsan kendini, bir anlığına, dünyanın karmaşasından soyutlanmış hisseder.

Adana’nın sıcağından kaçanlar için Belemedik bir sığınak, doğanın döngüsünü unutanlar içinse bir hatırlatmadır: Her şeyin bir vakti vardır. Ağaçlar bile bilir bunu; döker, bekler ve yeniden filizlenirler.

Bu yüzden Belemedik’te sonbahar, sadece bir mevsim değil; yenilenmenin, dinginliğin ve doğanın fısıltıları arasında kendi iç sesini duymanın zamanıdır.