Kasım… Yılın son virajına girdiğimiz, yazın terini hâlâ unutmamış ama kışın soğuğunu da ensesinde hisseden ay. Adana’da kasım başka olur. Ne tam sonbahardır ne de tam kış. Gündüzleri hâlâ tişörtle dolaşılır, akşamlarıysa montu omza atmanın vakti gelmiştir.
Sokaklarda portakal kokusu yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlar. Narenciye bahçeleri, sabah güneşiyle birlikte renklenir. Turuncular, sarılar, yeşiller… Hepsi bir tablo gibi durur Toroslar’ın eteklerinde. Adanalı için kasım, bereketin habercisidir. Toprağın yüzü güler, çiftçinin eli toprağa biraz daha inançla değer.
Ama kasım aynı zamanda bir dinginliktir bu şehirde. Yazın kalabalığı, gürültüsü, kebap dumanına karışan telaş yavaş yavaş dağılır. Seyhan kıyısında yürüyenler azalır ama kalanların adımları daha yavaştır. Herkes biraz düşüncelidir; yıl biterken hesaplar yapılır, iç muhasebeler başlar.
Çay ocaklarında “hava bir açsa da” muhabbeti döner. Bir yandan soba odunları hazırlanır, bir yandan yazlık lastikler değişir. Adana’da kasım, hazırlığın ayıdır — sadece mevsime değil, zamana da.
Bazı akşamlar gökyüzü kurşuniye döner, bulutlar şehrin üstünde ağır ağır yürür. O anlarda, insanın içi de kasım gibidir: Ne tam karanlık, ne de tam aydınlık. Belki biraz yorgun, biraz umutlu.
Kasım, Adana’da bir kapanış değil; yeni bir başlangıcın sessiz habercisidir. Güneş hâlâ sıcak, ama kalpler biraz daha derindir. Çünkü burada mevsimler bile sert geçmez; insan gibi, yumuşak bir geçişle değişir.
Belki de o yüzden Adana’da kasım, en çok düşünmeye yakışır.