Bir takvimin içinde, anlamı diğer günlerden daha derin bir güne rastlarız: Öğretmenler Günü. Aslında o gün, sadece bir teşekkürün hatırlatıldığı bir işaret değil; çoğumuzun hayatına dokunan, bizi biz yapan insanların sessizce alkışlandığı bir duraktır.
Öğretmenlik, çoğu zaman dışarıdan bakınca anlaşılmayan bir meslek. Bir çocuğun sesindeki kırılmayı fark eden, sınıftaki sessizliği bir cümleyle aydınlatan, bazen anne-baba, bazen rehber, bazen de hayatın zorlu sınavlarında omuz olan kişilerdir onlar. Öğretmenin sınıfla ilişkisi bir ders programına sığmaz; çoğu kez teneffüslerde, koridorlarda, hatta bir öğrencinin gözlerini kaçırdığı anlarda kurulur aslında o bağ.
Bu özel günde belki de asıl konuşmamız gereken şey, öğretmenliğin bir “fedakârlık hikâyesi” olmaktan çıkıp hak ettiği saygı ve koşullarla var olmasıdır. Çünkü bir ülkenin geleceğinden söz ediyorsak, bunun temelinde iyi yetişmiş bireyler, onların da arkasında güçlü, güvenceli ve mutlu öğretmenler vardır. Öğretmenlerinin yıprandığı, yalnızlaştığı bir toplumun çocuklarına umut taşıması zordur.
Yine de bütün zorluklara rağmen sınıfa her gün yeni bir başlangıç taşıyan öğretmenler, hayatın en güçlü iyileştiricilerinden biri olmaya devam ediyor. Onların sabrıyla, merakı yeşerten sorularıyla, yanlış yapmaya cesaret veren gülümsemeleriyle bir toplum sessizce yeniden inşa ediliyor.
Bugün bir öğretmeni aramak, bir mesaj göndermek, bir zamanlar bize söylediği bir cümleyi hatırlamak bile anlamlıdır. Çünkü öğretmenler çoğu zaman hayatımızdaki etkilerini bilmezler. Onlara geç kalınmış bir “teşekkür” bile hâlâ değer taşır.
Öğretmenler Günü, sadece bir kutlama değil; bize şekil veren insanlara duyulan saygının, emeğin ve hatıranın günüdür. Belki de en çok bugün, hepimizin içindeki o eski sınıfa dönüp bir kez daha seslenmesi gerekir:
“İyi ki vardınız. İyi ki yolumuza ışık tuttunuz.”