Türkiye’nin yakın tarihinde bazı anlar vardır ki diplomasi kitaplarında birkaç satırla geçilir ama gönüllerde derin izler bırakır. Turgut Özal’ın 1983–1989 yılları arasındaki başbakanlık dönemi, bu tür anlarla doludur. O dönemde sadece ekonomi değil, dış politika vizyonu da yeni kapılar aralamıştır. Japonya ile ilişkilerde yaşanan gelişmeler, bu vizyonun sessiz ama etkili bir yansımasıdır.

1985 yılında İran-Irak Savaşı sırasında Tahran’da mahsur kalan 215 Japon vatandaşının, Türkiye’nin inisiyatifiyle Türk Hava Yolları tarafından kurtarılması; sadece bir diplomatik başarı değil, insanlık adına yazılmış bir dostluk destanıdır. Bu olayın hemen ardından Türkiye’nin Japonya’ya olan ihracatında %465 oranında bir artış yaşanmıştır. Diplomasi bazen bir uçak seferi kadar somut, bazen bir tebessüm kadar sessizdir.

O dönemde devlet politikası olarak benimsenen Türk-İslam sentezi, dış politikada da etkisini göstermekteydi. Japonya, kendi kültürel değerlerinden ödün vermeden bilim ve teknolojide ilerlemiş bir ülke olarak Türkiye’de hayranlık uyandırıyordu. Bu hayranlık, farklı siyasi kesimlerin bile ortak özlemleriyle örtüşüyordu. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün inşasında Japon firmalarının üstlendiği rol, bu dönemde kurulan ekonomik iş birliğinin sembolü hâline geldi. Karşılıklı ziyaretler, ortak projeler ve kültürel temaslar; iki ülke arasında yalnızca köprüler değil, kalıcı dostluklar da inşa etti.

Bu köprülerin bir ucunda devlet adamları varsa, diğer ucunda da bilim insanları ve gönül insanları vardı. Japon arkeolog Dr. Sachihiro Omura, bu isimlerin başında gelir. Özal döneminde açılan doğu penceresinden giren ışık, sadece ekonomik değil; entelektüel ve kültürel alanlarda da kalıcı izler bıraktı. Bu ışığın yansıdığı isimlerden biri de Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’tu. 2004 yılında yayımladığı İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli başlıklı kitabıyla Japon toplum yapısına olan ilgisini ortaya koyan Kurtulmuş, Japon iş ahlakı, disiplin anlayışı ve kurumsal bağlılık gibi kavramları akademik bir derinlikle ele alırken; satır aralarında bu topluma duyduğu entelektüel saygıyı da hissettiriyordu.

2015 yılında Japonya’ya yaptığı resmî ziyaret sırasında Tokyo yakınlarındaki Tamareien Mezarlığı’nda yatan önemli bir Türk aydınının, Abdürreşid İbrahim’in kabrini ziyaret etmesi; bu entelektüel duyarlılığın başka bir göstergesiydi. Abdürreşid İbrahim, 20. yüzyıl başında Japonya’da İslam’ı tanıtan, Tokyo Camii’nin inşasında öncülük eden, Japonya’daki ilk Müslüman topluluğun manevi rehberliğini yapan bir âlimdi. Onun kurduğu bağ; dinle, ahlakla ve kimlikle örülmüş bir gönül köprüsüydü. Bu ziyaret, sadece bir mezarlık ziyareti değil; aslında Türk-Japon ilişkileri üzerine kurulan köprüye gösterilen bir vefaydı. 2025 yılında bu sefer Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Japonya ziyareti sırasında Tokyo Camii ve Abdürreşid İbrahim Efendi’nin mezarını tekrar ziyaret etmesi, gösterilen bu saygının ne kadar güçlü olduğunu bizlere göstermekteydi.

İşte bu köprünün etkisini yıllar sonra bizlere farklı bir alanda yeniden görmemizi sağladı. Bilim alanında işte o isim: Sachihiro Omura. Onun Türkiye’ye geliş hikâyesi, başlı başına bir film senaryosu gibidir. 19 yaşında, Asahi gazetesinde Türkiye’den bir müsteşarın Japonya’ya geleceğini öğrenir. Büyükelçiliğe koşar ama kapıdan içeri alınmaz. İnat, tesadüfler, bir kâğıda yazılan telefon numarası… Ertesi gün gelen telefonla hayatı değişir: Arayan Turgut Özal’dır. “Yarın Türkiye’ye dönüyorum, havalimanına gel,” der. Omura, uçağa binmek için ilk kez pasaport alır, gümrük işlemlerini bilmez. Uçağı kaçırır. Üzgün hâlde dururken bir görevli yaklaşır: “Sen Omura mısın? Turgut Özal Bey seni çok bekledi.” Omura, Türkiye’ye gelir ve bir ömür boyu burada kalır. (Bu hikâye Sachihiro Omura’nın verdiği röportajdan alıntıdır.)

Adı zamanla Anadolu’yla özdeşleşir. 1987’den itibaren, Japon Prensi Mikasa’nın girişimiyle başlatılan Kalehöyük kazılarına başkanlık eder. Kırşehir’deki Japon Bahçesi artık sadece bir peyzaj öğesi değil; iki halk arasında kök salmış bir dostluğun canlı tanığıdır. Yerel halk onu "Japon Ömer" olarak tanır. Kazılar, sadece arkeolojik değil; sosyal, kültürel ve hatta manevi bir mirasa dönüşür. Bu katkıları nedeniyle 2008 yılında Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı ile onurlandırılır.

Geçtiğimiz günlerde gelen acı haber, bu hikâyeye hüzünlü bir nokta koydu. Sachihiro Omura, Kaman Devlet Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Onun vefatı, yalnızca bir arkeoloğun değil; bir dostluk elçisinin, sessiz bir kahramanın vedasıydı. Bölge halkıyla kurduğu bağ, yalnızca bilimsel değil; insani bir miras olarak geride kaldı.

Kendisini rahmetle anıyor; ailesine, dostlarına ve Türk-Japon dostluğuna katkı sunan herkese başsağlığı diliyorum. Türk-Japon ilişkileri, yalnızca devletler arası anlaşmalar, ekonomi protokolleri ya da resmî ziyaretlerle sınırlı değildir. Bu ilişkiler; Turgut Özal’ın cesaretiyle, Abdürreşid İbrahim’in maneviyatıyla, Numan Kurtulmuş’un tarihî duyarlılığıyla ve Sachihiro Omura’nın toprağa duyduğu saygıyla örülmüş bir dostluk zinciridir. Her halkayı anmak ve yaşatmak, bu ilişkilerin geleceğine yapılacak en kıymetli katkıdır…