Adana, Türkiye’nin en büyük şehirlerinden biri. Çukurova’nın bereketli topraklarında kök salmış, sanayisiyle, tarımıyla, sıcakkanlı insanlarıyla dimdik ayakta duran bir metropol. Ama gelin görün ki, Adana denince akla hep bir “kalma” hali geliyor. Gelişme, modernleşme, hatta bazen medeniyet yarışında bir şeylere “kalınıyor.” Peki, bu koca şehir, neden hala kasaba muamelesi görüyor? Hadi, bu sorunun peşine düşelim. Adana’nın coğrafi konumu, bir yanıyla nimet, bir yanıyla lanet. Verimli topraklar, sanayi tesisleri, lojistik avantajlar… Bunlar Adana’yı güçlü kılıyor, ama sanki bu bolluk, şehri bir rehavete sürüklüyor. “Nasılsa işler yürüyor” düşüncesi, yenilikçiliği baltalıyor. İstanbul, küresel bir marka olmak için kendini sürekli yenilerken; İzmir, yaşam tarzıyla fark yaratırken; Adana, sanki “biz böyle iyiyiz” havasında. Bu, bir yandan samimi bir özgüven, diğer yandan değişime ket vuran bir alışkanlık. Adana, inovasyon ve cesur atılımlar konusunda neden biraz “kalmış” hissediyor? Sonra, meselenin imaj boyutu var. Adana, dışarıdan bakıldığında, sıcak bir iklimin, hareketli sokakların ve dobra insanların şehri. Ama bu renkli tablo, nedense modernlikten çok “yersellik” çağrıştırıyor. Adana’nın hikayesi, dünya sahnesine çıkamıyor. Mesela, neden bir Adana Bienali yok? Ya da neden uluslararası bir teknoloji zirvesi Adana’da düzenlenmesin? Şehir, kendi potansiyelini anlatmakta zorlanıyor. Vizyoner projeler, global bir dil, Adana’yı “kasaba” gölgesinden kurtarabilir. Ama bu, biraz cesaret, biraz da kolektif çaba ister. Altyapı meselesine gelince, Adana’nın büyükşehir statüsü, daha çok kalabalıkla hissediliyor. Trafik sıkışıklığı, plansız kentleşme, yetersiz toplu taşıma… Bunlar, Adana’yı “büyük” gösterse de “modern” hissettirmiyor. İnsanlar bir şehrin büyüklüğünü, gökdelen sayısıyla değil, yaşam kalitesiyle ölçer. Adana’da bu kalite, bazen gölgede kalıyor. Yeşil alanlar, düzenli caddeler, çağdaş bir şehir planlaması… Bunlar, Adana’nın kasaba algısını kıracak unsurlar, ama hayata geçmesi için daha çok yol var. Kültürel olarak ise Adana, bir hazinenin üzerinde oturuyor. Adanalı’nın dobralığı, misafirperverliği, sıcaklığı eşsiz. Ama bu samimiyet, bazen yanlış anlaşılıyor, “kaba” ya da “fazla yerel” damgası yiyor. Oysa bu kültür, Adana’yı farklı kılan şey. Sorun, bu farkı modern dünyaya taşıyamamak. Adana’nın tarihsel dokusu, Seyhan’ın dinginliği, Taşköprü’nün asaleti… Bunlar, dünya çapında bir turizm markası olabilir. Ama bunun için, şehir kendi hikayesini daha iyi anlatmalı. Adana, kasaba muamelesi görmeyi hak etmiyor. Potansiyeli var, ruhu var, enerjisi var. Eksik olan, bu enerjiyi çağın diline çevirmek ve dünyaya haykırmak. Adana, bir şeylere “kalmayı” bırakıp, kendi yolunu çizmeye başladığında, işte o zaman gerçek bir metropol olacak.