1. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın doğusunda şekillenen jeopolitik dengeler, sadece harita üzerinde değil, milletlerin hafızasında da silinmesi güç izler bıraktı. Bu süreçte doğan en dikkat çekici fikirlerden biri, Polonyalı Józef Piłsudski tarafından geliştirilen ve “Intermarium” (Denizler Arası Bölge) adı verilen stratejik vizyondu. Bu plan, Baltık Denizi ile Karadeniz arasında kalan bölgede — yani Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya, Ukrayna, Belarus, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya gibi ülkelerin dahil olduğu — bir savunma hattı ve siyasi ittifak sistemi kurulmasını öngörüyordu. Temel hedef, Batı Avrupa ile Rusya arasına bir tampon bölge oluşturarak Sovyet yayılmacılığına karşı bir cephe inşa etmekti.

Bu öneri, yalnızca askeri değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir hat olarak da kurgulanmıştı. Doğu Avrupa'nın çok dilli, çok dinli yapısı içerisinde liberal, milliyetçi ve bağımsızlıkçı değerleri savunan ülkelerin kolektif güvenliğini temin etmek; Rusya’nın tarihsel olarak “arka bahçesi” olarak gördüğü bu bölgeyi kendi ayakları üzerinde duran bir alan hâline getirmek hedeflenmişti.

Demir Perdenin Zihinsel Temeli: Intermarium’un Mirası

Bugün “demir perde” olarak adlandırılan siyasi ve askeri ayrımın izleri, aslında 1920’lerin başında Intermarium’un önerildiği dönemde atılmaya başlanmıştı. Her ne kadar Churchill bu terimi 1946’da Fulton Konuşması sırasında kullanmış olsa da, doğu ile batı arasındaki ideolojik ve jeopolitik ayrışma, Piłsudski’nin Intermarium önerisiyle çok daha önce şekillenmişti. Intermarium’un önerildiği bağlam ve karşılaştığı direniş, ileride Varşova Paktı ile NATO arasında oluşacak keskin ayrımın erken habercisiydi.

Finlandiya işte bu hattın kuzeydoğu ucunda, tarihsel olarak hem Rusya’nın etkisinde kalan hem de Batı ile bağlantı kurmaya çalışan bir ülke olarak, kendine has bir istikamet çizdi.

Kültürel Direnişten Siyasal Kuruluşa: Fennoman’dan Büyük Dükalığa

Finlandiya'nın 19. yüzyıldaki serüveni, Rus İmparatorluğu'na bağlı Finlandiya Büyük Dükalığı (Grand Duchy of Finland) statüsüyle başladı. Bu yarı özerk yapı, Fin halkına kendine özgü bir siyasi ve kültürel alan tanımakla birlikte, Rusya’nın emperyal politikalarının gölgesinden kurtulma çabalarının da zeminini oluşturdu. Fennoman hareketi, bu dönemde Fin dilini, kültürünü ve ulusal kimliğini yüceltmeyi hedefleyen entelektüel bir kalkışma olarak öne çıktı. Fennomanlar, sadece dilsel bir reform değil, aynı zamanda Fin halkının kendi geleceğini tayin hakkına yönelik bir bilinçlenme hareketi yarattılar.

20.yüzyılın başına gelindiğinde, Rusya’daki çalkantılı ortam ve özellikle 1917 Bolşevik Devrimi, Finlandiya için tarihi bir dönemeç oldu. Finlandiya, bu siyasi kaos ortamında bağımsızlık fırsatını yakalayarak 6 Aralık 1917’de egemenliğini ilan etti. Kısa bir süre sonra, Batı Avrupa'daki anayasal monarşiler örnek alınarak bir Finlandiya Krallığı kurulması bile gündeme geldi. Ancak bu proje kalıcı olmadı; 1919 yılında Finlandiya, parlamenter demokrasiye dayalı cumhuriyet rejimi ile yeni bir yol haritası çizdi.

Yeni Cumhuriyetin İnşasında Dış Politikanın Rolü: Vennola II Kabinesi ve Holsti’nin Etkisi

Bağımsız Finlandiya'nın ilk yıllarında devletin iç istikrarını sağlamak kadar, uluslararası alanda meşruiyet kazanmak da büyük önem taşıyordu. Bu bağlamda, 1921-1922 yılları arasında görev yapan Vennola II Kabinesi, Finlandiya'nın dış politikadaki yönelimini belirleyen dönüm noktalarından biri oldu.

Dışişleri Bakanı Rudolf Holsti, bu dönemde Finlandiya'nın dış ilişkilerde tarafsızlığını koruyan ama aynı zamanda Batı ile entegrasyonu hedefleyen bir çizgi izlemesinde kilit rol oynadı. Holsti'nin en dikkat çekici adımlarından biri, Finlandiya'yı o dönemin uluslararası barış ve güvenlik platformu olan Milletler Cemiyeti’ne (League of Nations) entegre etmesiydi. Bu kurum, daha sonra Birleşmiş Milletler’in temelini oluşturacak olan yapının ilk versiyonuydu ve küçük devletlerin de uluslararası sistemde söz sahibi olabileceğini kanıtlayan önemli bir deneyimdi.

Holsti'nin çizgisini daha aktif ve müdahil bir dış politika anlayışıyla tamamlayan bir başka figür ise Yrjö Ruutu oldu. Ruutu, Fin dış politikasını sadece denge arayan değil, gerektiğinde ilkesel tutum sergileyen bir yapıya dönüştürmeye çalıştı. Bu yaklaşım, Finlandiya'nın büyük güçler arasında sıkışmadan kendi ekseninde ilerleyebilmesini sağladı.

Entelektüel Sivil Diplomasi: Karakol Milletler Kulübü (Outpost Nations Club)

Bu dönemde yalnızca siyasetçiler değil, Fin aydınları da uluslararası kimlik ve barış düşüncesine katkı sunmaya çalıştılar. Özellikle entelektüel çevrelerde kurulan Karakol Milletler Kulübü (Outpost Nations Club), Finlandiya’nın dünya sistemine katılma arzusunun kültürel bir ifadesiydi. Bu kulüp, sadece bir entelektüel tartışma platformu değil, aynı zamanda Fin halkının uluslararası diyaloğa açık olduğunu kanıtlayan bir sivil diplomasi örneğiydi. Buradaki faaliyetler, Finlandiya’nın tarafsızlığını korurken aynı zamanda uluslararası kamuoyuna etkin biçimde seslenme stratejisinin de parçasıydı.

Bu dönemde, Fin toplumunun çeşitlenmesi ve uluslararası boyutta temsil kazanması sürecine yalnızca yerel aydınlar değil, dışardan gelen etkili isimler de katkıda bulundu. Özellikle Osmanlı-Rus sınır hattından Finlandiya’ya göç eden Tatar aydınlar, bu sürecin sembolik figürleriydi.

Doğu’nun Sessiz Sesi: Hasan Kanykoff ve İbrahim Arifulla

Bu bağlamda adı mutlaka anılması gereken iki kişi vardır: Hasan Kanykoff ve İbrahim Arifulla. 20. yüzyılın başında Rus baskısından kaçarak Finlandiya’ya sığınan bu Tatar entelektüeller, hem mülteci kimlikleriyle hem de entelektüel üretimleriyle Fin toplumunun kültürel çeşitliliğine anlamlı bir katkı sundular. Hasan Kanykoff, özellikle Fin toplumuna Türk-Tatar tarihini tanıtan yazıları ve sosyal etkinlikleriyle tanındı. İbrahim Arifulla ise hem çevirmen hem de topluluk lideri olarak Fin kamuoyunda etkili oldu.

Bu iki figür, Finlandiya'nın sadece Batı ile değil, Doğu ile de kurduğu ilişkilerde denge unsuru oluşturdu. Onların katkıları sayesinde Finlandiya, çok kültürlü bir toplum yapısı inşa etmeye yönelik ilk adımlarını atmış oldu.

Tarihin Gülümsemesi: Stubb’un CNN Röportajı ve Kolektif Hafıza

Günümüz Finlandiya’sı artık Avrupa Birliği ve NATO üyesi bir ülke. Ancak bu noktaya gelişi bir tesadüf değil; uzun bir tarihsel sürekliliğin sonucudur. Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb, 28 Mayıs 2025’te CNN’e verdiği röportajda, Rusya’nın sınıra asker yığmasına ilişkin bir soruya yanıt verirken, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılımının, Putin’in transatlantik işbirliğini bozma çabalarına rağmen gerçekleştiğini vurgular. Bu sırada gülümser; hatta gözle görülür şekilde eğlenir.

Bu sıradan bir tebessüm değildir.

Bu gülümsemenin ardında Intermarium’un yarım kalan vizyonu, Fennomanların kültürel direnci, Holsti’nin diplomatik sezgisi, Outpost Nations Club’ın entelektüel özgüveni ve Tatar aydınlarının sessiz katkısı vardır. Bu, yalnızca bir liderin kişisel ifadesi değil; aynı zamanda Fin halkının bir asrı aşan kolektif iradesinin bir özetidir.

Finlandiya bugün hâlâ sınırda bir ülkedir. Ama bu kez, kendi çizdiği sınırda; kendi tercihiyle, kendi ittifakıyla durmaktadır.

Doğu Avrupa sınır politikasının günümüzde kuzey de Finlandiya, güney de ise Türkiye merkezli olarak liman, kara yolu, demir yolu ve askerî altyapı bakımından güçlenmesi, acaba en fazla hangi ülkelerin stratejik kazanımlar elde etmesini sağlayacaktır?