Ansızın çalınıyor kapılar, tek tek toplanıyor birileri… Dalga dalga operasyonlar ve kameralar önünde elleri kelepçeli seçilmişler adi bir suçlu gibi istif ediliyor yüksek güvenlikli araçlar içine.

Kapılara dayanmış yüzlerce görevli, henüz ilk ışıkları bile sızmamış güne sabahın. Gözaltı, emniyet, nezarethane, adliye ve son durak cezaevi…Yargılanıp, deliller ortaya konmadan, bir hüküm giymeden tutuluyorlar cezaevlerinde.

Acaba İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tutuksuz yargılansa ne olurdu?

Kaçar mıydı, delil mi karartırdı, ya da en fazla ne yapabilirdi? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Adayı niye kaçsın ki?

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar için de aynı soruları sormuş olalım. Olası kaçma şüphesi ve delil karartma.

Hani insanlar suçu sabitlenene kadar, hüküm giyene kadar masumdu?

Bu insanlar cinayet ulu orta soygun, gibi bir suça bulaşsalar tutun içeride ama halkın oyuyla o makama gelenlere bunu reva görenler ne demeli şimdi?

Bunun hukukla açıklanacak bir yanı var mı? Vidanla, ahlaki değerlerle, ya da her ne olursa olsun bu yaşanan ve yaşatılanların açıklanabilecek, elle tutulur, mantıklı bir tek yanıtı var mı?

Suç ne ceza ne yasal olan ve olmayan ne? Yasal kılıf giydirilmiş uygulamalarla akla gelen her şeyin hayata geçirilip bütün kötülüklerin aklandığı bir tarih yazılıyor şimdi.

Zeytinliklere çökmek suç değil. Bir otel yangınında 78 kişi can verdi ve hiçbir sorumluluk kabul etmeyen Kültür ve Turizm Bakanı, Atina yakınlarındaki Marina'daki demirli lüks yatında misafir ağırlarken, bilmem kaç saatlik tekne turları yaparken o yangında küle dönenlerin yakınlarının yüreğindeki yangın ise sönmüyor.

Ne yangınlar gördü bu ülke. 1990’lı yıllarda şehirlerarası bir yolcu otobüsünde 35 kişi yanarak ölmüştü. Dönemin diyanet işleri başkanı ise ‘’Bu insanlar şehit’’ diye açıklama yapmıştı.

Yaşarken üç kuruş değer vermediğiniz insanları ölünce şehitlik mertebesine yükseltmek… Hiç sormadılar niye bu kadar çabuk yandı o araç, plastikten mi yapılmıştı, kapılar neden açılmadı, bir imdat çekici de mi yoktu camları kırmak için.

Aladağ’da 11’i çocuk 12 can küle döndü… Hani şu bir tek tutuklu sanığı kalmayan Aladağ’daki cemaat yurdu yangını.

Yangınlara başka ihmaller de eklendi, İliç, Soma, Ermenek… Sonuç: Kader, takdiri ilahi, ecel, imtihan… Devletin koskoca bakanı madende ölen işçiler için, ‘’Güzel ölmüşler’’ demişti. Niye önlem alınmıyor sorusuna, ‘’Araya 50 kişi giriyor’’ yanıtını vermişti. O raya giren 50 kişinin hatırına binlerce vebal var işte boynunuzda.

Bir yanda dini alabildiğine siyasetin içine çekip her şeyi, yozlaştıran, kirleten, çürütenler, diğer yanda ise beka, vatan, millet, şamar, tokat diye had bildirmeye kalkanlar.

İşsizlik, sefalet, dram, intiharlar, kadın cinayetleri, eğitimden koparılan ya da kopmak zorunda kalan gençler, sürünerek yaşayanlar varmış, yoksul ve zengin arasındaki uçurum büyümüş, ekonomi, liyakatsizlik bunlarla ilgili tek satır konuşmazlar ama elleriyle kimi işaret etseler ertesi gün gözaltı, emniyet, ifade, adliye ve apar topar cezaevi…

FETÖ savcılarının bu ülkenin yargısına armağan ettiği gizli tanık ifadeleriyle karartılan yaşamlar. Allah aşkına çocuk tecavüzcüsüne rızası vardı diye ceza indirim yapılır mı?

Orada siz hangi adaletten söz edebilirsiniz?

Şimdi 10-11 yıl önce Zeydan Karalar Seyhan Belediye Başkanıyken rüşvet dönmüş, parayı bir personele vermişler ama o personelin parayı ne yaptığını bilmiyorlarmış.

İfadeyi veren çete liderliğiyle suçlanırken aklanıp paklanan itirafçının işçileri. Aslında tutuklama talebiyle bile adliyeye sevk edilecek bir durum yok ortada.

‘’Adalet erdemlerin kraliçesidir.’’ Bir Latin ata sözüdür bu. Erdemlerin kraliçesi ağlıyor şimdi. Peki, şimdi oturup biz de beklemeli miyiz iyi huylu tanrılar gelsin de kurtarsın diye bizi. Beklemek ölümcül bir esarettir, gerçeklik iradedir. En demokratik hakkımızı, örgütlü mücadeleyle koyacağız ortaya. Bir adım bile geri atmadan bir demokrasi mücadelesi verilecek yok başka çaresi.

Montesquieu, ‘’Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir’’ demiştir.

Kayyumlar, seçme seçilme hakkının gasp edilip bunun süreklileştirilmesinin bizi getirip dayandıracağı son nokta ya kaos ya büyük bir yıkım olabilir. Sen de yıkma kendini. Güzel günler göreceğiz bir gün mutlaka…

Yarın sizin de kapınız çalınabilir.

Yaşanan hukuksuzluğa karşı çıkmak suç değildir. Gereğini yapmak sana düşer. Nihat Behram’ın yok edilmiş bir halk cevheri değdiği Enver Gökçe’nin dizeleriyle sona ersin bu yazı:

**

Devril başımdaki kader

Dökül dilimdeki yalan

Tutuş beynimdeki kibrit