Bir cümle okudum bugün. Yazmaya itti kalemim yine beni. Okuduğum cümlede şöyle diyordu:
“Bir ölüm trajedidir. On bin ölümse sadece istatistik.”
Bir insan ölür. Gözlerini kapatır, bir dünya kararır.
Belki bir annenin kalbi durur o anda, belki bir çocuğun elleri boşta kalır.
Bir dostluk eksilir, bir ses artık hiç duyulmaz. Ve geride kalan biri, bir daha asla aynı olmayacak bir güne uyanır.
O ölüm, bir evin içine çöker.
Kokusuyla, sessizliğiyle, yokluğuyla. Her şey yerli yerinde gibi görünür, ama eksik olan şey, hayatın ta kendisidir.
İşte bu yüzden bir insanın ölümü, trajedidir. İçimizde bir şey kırılır. Çünkü o kişiyi tanırız, ya da tanıyormuş gibi hissederiz. Onun yerine kendimizi koyarız, onun acısını içimizde bir yere yerleştiririz. Belki istemsizce dua ederiz, belki sadece susarız. Ama hissederiz.
Daha sonra… başka ölümler de olur.
Çok daha fazlası.
Rakamlar konuşmaya başlar:
“Yüz kişi hayatını kaybetti. Beş yüz. Bin. On bin.”
Haber bültenleri kısa cümlelerle geçer o insanların hayatlarını.
Bir başlık..
Bir istatistik..
Bir sayı..
Fakat o sayıların içinde kimler vardı?
Kimi çok gülerdi mesela,
kimi sabah kahvesini şekersiz severdi.
Kimi aşıktı, evlenmeye hazırlanıyordu.
Kimi yorgundu hayattan ama yine de direniyordu.
Kimi küçüktü, oyuncaklarını bırakıp gitmek zorunda kaldı.
Kimi annesinin gözlerine veda bile edemedi.
Ve biz onları hiç tanımadık.
O yüzden ağlamadık, bir şey hissetmedik.
Çünkü sayı arttıkça duygu azaldı.
İnsan, bir hikâyeye dokunduğunda incinir.
Ama rakamlar kuru, duygusuz, sessizdir. Sayıların içinde gözyaşı yoktur.
Sarılma yoktur..
Vedalaşma yoktur..
Sadece veri vardır..
Ve insanlık, verinin içinde yavaş yavaş kaybolur.
En çok da kalbin ağırlığını unutunca ölür insan.
Belki de biz, acıya doymadık… sadece hissizleştik.
Çünkü ne kadar çok ölüm olursa, o kadar az hissedebildik.
Bu bir tür korunma mı, yoksa bir çürüme mi, kim bilir?
Belki ikisi de.
Ama her seferinde şunu fark ettik:
Tek bir can giderse, yer yerinden oynar. Binlerce can giderse, sadece bir harita değişir. Sayılar yükselir, ama kalpler sessiz kalır.
Ve bir gün sıra bize geldiğinde, belki biz de sadece bir sayı olacağız.
Belki biri, içi acımadan okuyacak ismimizi. Belki de hiç okumayacak bile.
İşte o zaman, en korkuncu ölmek değil!
Unutulmak olacak..