Evet, yanlış okumadınız. Sovyetler’in yıkılışında insan haklarının rolü, şimdiye kadar üzerine çok az durulmuş ama derinliği bakımından asla göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. 26 Aralık 1991 günü Sovyetler Birliği tarihe karışırken, dünya bu sonu sadece ekonomik çöküş, Batı ile girişilen silahlanma yarışı ya da ideolojik çözülme olarak okumayı tercih etti. Oysa bu büyük çöküşün arka planında insan haklarının, daha doğrusu insanın kendisinin görmezden gelinmesinin ağır faturası vardı.
1980’li yılların sonuna gelindiğinde artık açıktı ki Sovyetler Birliği, Batı karşısında silahlanma yarışını kaybetmişti. Fakat bu yarışın kaybedilmesi, yalnızca bir ekonomik mesele değildi. Derininde insanın yok sayıldığı, toplumu sadece istatistik olarak gören bir yönetim modelinin çökmekte olduğu gerçeği yatıyordu. Sovyet sisteminin temelinde birey yoktu. Hak yoktu. Devlet vardı. Devletin ideolojik bütünlüğü vardı. Oysa tarih, her zaman devletin değil, insanın üzerine kurulur.
Bu parçalanma süreci aslında 1985’te Gorbaçov’un iktidara gelişiyle birlikte görünür hale geldi. Gorbaçov, birliği koruyabilmek için bazı “önlem paketleri” hazırladı. Glasnost ve Perestroyka. Yani açıklık ve yeniden yapılanma. Ama neyi açıklayacaktı? Neyi yeniden yapılandıracaktı? Sorun zaten sistemin yapısındaydı. İnsan yok sayıldıkça hangi reform gelirse gelsin birliğin kaderi değişmeyecekti.
Bugün tarihsel olarak baktığımızda, Sovyetler’in sadece ekonomik çöküş ya da ideolojik tükenmişlikle değil, insan hakları taleplerini daha fazla bastıramayacak hale geldiği için çöktüğünü görmek gerekir. Bu bir abartı değil. Takvimi geriye sardığımızda bunu adım adım görebiliyoruz.
1949’da kurulan COMECON, Sovyetler’in ekonomik etkisini sosyalist blok içinde tahkim etmek üzere kurulan bir yapıydı. Arnavutluk’tan Küba’ya, Vietnam’dan Bulgaristan’a uzanan geniş bir kuşatmaydı bu. Ekonomik birliği, Batı’daki AET’ye alternatif olarak kurgulamak istediler. 1957’de Batı, Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kurduğunda, aslında iki farklı sistem karşı karşıya gelmişti: biri serbest piyasa ekonomisine, diğeri merkezi planlamaya dayanıyordu. AET’nin içinde piyasa vardı, insan vardı, rekabet vardı. COMECON’da ise yalnızca emir-komuta zinciri, merkezden verilen direktifler ve Moskova’nın kontrolü hakimdi.
Aynı süreçte Varşova Paktı da oluşturuldu. 1955’te kurulan bu askeri yapı, NATO’ya karşı bir güvenlik şemsiyesi gibi sunulsa da gerçek işlevi, sosyalist bloğun disipline edilmesiydi. 1968’deki Çekoslovakya müdahalesi bu disiplinin ne kadar sert olduğunu dünyaya gösterdi. Dubček’in başlattığı Prag Baharı, özgürlükçü reformlar ve insan haklarına yönelik açılımlar nedeniyle Sovyet orduları tarafından tanklarla ezildi. Birliğe bağlı ülkeler bile kendi sınırları içinde nefes alamıyordu.
Burada aslın da tarihi bir ders bulunmaktadır. İçerisinde bulunduğunuz birliğin kurallarına uyulmaması halinde birlik size müdahale edebilir. Ve tarih bizlere göstermektedir ki bu müdahale çok sert olabilir.
Sovyetler’in kendi müttefikine uyguladığı bu şiddet, dünya kamuoyunun gözünde “birlik” kelimesinin içini boşalttı. Oysa bu süreç bir başka çelişkiyi daha görünür hale getirdi. Sovyetler, bir yandan halklarına en küçük hak taleplerinde bile baskı uygularken, diğer yandan Batı ile aynı masaya oturma arayışına girmişti.
Ve 1975 geldiğinde Helsinki'de masaya oturdular. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) kapsamında düzenlenen zirvede, Sovyetler Birliği dâhil 35 ülke bir araya geldi. Sovyetler bu masaya güvenlik ve sınır meselelerini konuşmak üzere oturdu. Ancak Batı'nın gündemi farklıydı: İnsan hakları.
Helsinki Nihai Senedi imzalandığında, Sovyetler ilk kez insan hakları, temel özgürlükler, düşünce ve ifade hürriyeti gibi konularda uluslararası bir taahhütte bulunmuş oldu. Bu imza, yalnızca bir belge değil, Sovyet sisteminin içinde derin bir çatlak oluşturacak bir manifestoydu. Çünkü artık Sovyet yurttaşları, ellerinde Moskova’nın değil, Helsinki’de atılan bir imzanın meşruiyetiyle haklarını talep etmeye başlayacaktı.
İronik değil mi? Yıllarca Batı'nın içişlerine karışmasına şiddetle karşı çıkan Sovyetler, kendi elleriyle attıkları bir imzayla artık içerdeki her ihlali uluslararası kamuoyunun incelemesine açmış oldu. İnsan haklarının, ilk kez bir dış politika enstrümanına dönüşmesi işte tam da bu döneme rastlar.
Gorbaçov’un reformlarının da bu çöküşü durdurması mümkün olmadı. Çünkü sorun artık sadece sistemin işleyişinde değil, insanların sisteme olan inancındaydı. Baltık ülkelerinde bağımsızlık talepleri yükseliyor, Gürcistan’dan Ukrayna’ya kadar birçok bölgede Moskova karşıtı gösteriler yapılıyordu. Bu gösteriler ekonomik değil, özgürlük temelliydi. İnsanlar artık yalnızca daha fazla ekmek değil, daha fazla söz hakkı istiyordu.
Silahlanma yarışı elbette önemliydi. Ama asıl çöküş, Sovyetler'in içerideki vatandaşlarına karşı sürdürdüğü baskıcı politikaların artık işlememesiyle başladı. Çünkü bir sistem ne kadar silaha, ne kadar orduya sahip olursa olsun, yurttaşının vicdanına ket vurduğu an kendi altını oymaya başlar.
28 Haziran 1991’de COMECON feshedildi. Bu, ekonomik birlikteliğin resmen sona ermesiydi. Aralık 1991’de ise Sovyetler Birliği tarihe karıştı. Gorbaçov’un istifası, sadece bir liderin görev bırakması değildi; bu, bir zihniyetin, bir sistemin, bir çağın sona erişiydi.
Ve belki de şunu sormalıyız: Sovyetler Birliği 1975’te Helsinki Nihai Senedi’ni imzalamasaydı, tarih yine böyle mi şekillenirdi? Belki evet, belki hayır. Ama kesin olan bir şey var: İnsan haklarına aykırı bir düzende kurulan hiçbir birlik sonsuza kadar ayakta kalamaz. İster ekonomik olsun, ister askeri. İnsan olmadan hiçbir sistem, gerçek anlamda güçlü değildir. Küçük bir hatırlatma yapmak gerekir: Bu zirvede Türkiye de yer almış ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından temsil edilmiştir. Ülkelerin oturum sıralaması alfabetik düzene göre belirlendiği için Demirel, Brejnev’in yanında oturmuştu ve Sovyetler birliğinden sonra Helsinki Nihai Senedi’ni imzalamıştı.
Bugün Helsinki Nihai Senedi’nin 50. yılında, bu belgenin taşıdığı sessiz gücü yeniden hatırlamak gerek. Tanklar değil, toplar değil; bazen bir imza, bir cümle, bir özgürlük vaadi yıkabilir en büyük imparatorlukları…