Ben artık yokum…

Toprağın soğukluğunda yatarken, sesim size bu satırlarla ulaşsın istiyorum.

Belki duyarsınız, belki bir gün vicdanınıza dokunur.

Çünkü benim nefesim bitti, ama sorum hâlâ havada asılı duruyor:

Bizden ne istiyorsunuz?

Beni susturdunuz.

Ama susturduklarınız arasında yalnızca bir kadın yok!.

Benimle birlikte bir çocuk annesiz kaldı, bir ev sessizliğe gömüldü, bir toplum biraz daha karardı.

Siz sandınız ki benim ölümümle güçleneceksiniz; oysa kendi insanlığınızı toprağa gömdünüz.

Ben kimsenin malı değildim. Hiçbir kadın değildir.

İnsan insana ait olamaz; insan insana ancak eşlik eder.

Oysa siz, sahip olmayı sevmek sandınız, tahakkümü güç sandınız, kıskançlığı sadakat sandınız.

Ve böylece aklınızı kirlettiniz.

Size verilen akıl, bir kalbi anlamak için, sevgiyi büyütmek için, iyiliği yeşertmek için vardı.

Siz onu şiddete harcadınız, gururunuzu doyurmaya adadınız.

Şimdi soruyorum: Benim yaşama hakkım size neden ağır geldi?

Benim kahkaham neden sizin gururunuzu incitti?

Benim özgürlüğüm neden sizin erkekliğinizi yaraladı?

Ben yalnızca var olmak istedim. Belki okumak, belki sevmek, belki kendi yolumu yürümek…

Sade bir yaşam, insanca bir hayat istedim.

Ama siz bana bunu çok gördünüz.

Çünkü ataerkil zihniyet, yüzyıllardır bize ait olmayan zincirleri bileklerimize vurdu.

Oysa bakın, evrenin düzenine…

Güneş toprağın sahibi değil, toprak da rüzgârın kölesi değil.

Hepsi kendi yolunda özgür, ama birbirine dokunarak bütünleşiyor.

Kadınla erkek de böyledir.

Eşit, özgür, yan yana.

Ne biri öbürünün sahibi, ne de biri diğerinin kölesi.

Ben öldüm. Ama benim sessizliğim, aslında size en yüksek çığlığı atıyor:

Kadın yaşamdır, kadın özgürlüktür, kadın insandır.

Ve unutmayın; bir kadını öldürdüğünüzde, sadece bir bedeni değil, insanlığın yüzünü de toprağa gömüyorsunuz.

Ben artık nefes alamıyorum, ama siz hâlâ yaşıyorsunuz. O hâlde sorum size kalıyor:

Bizden ne istiyorsunuz?