Hayatta bir an gelir; bulunduğumuz çevrenin artık bizi büyütmediğini, hatta içten içe daralttığını hissederiz. Konuşmalar yüzeysel, hedefler sıradan, duygular ise alışılmışın ötesine geçemeyecek kadar donuktur. O an, çoğu insan kendinde bir eksiklik arar; oysa mesele eksiklik değil, dönüşümdür.

İnsanın iç dünyası büyüdükçe, çevresi aynı kalamaz. Fakat çoğu zaman bunu kabullenmek zordur. Çünkü alıştığımız yerler, her ne kadar bizi tüketse de güven verir. İnsan, kendi sınırlarını aşmakla, tanıdık olanı kaybetmek arasında kalır. Ama gerçek gelişim, konfor alanının sessizliğinde değil, içsel çatışmanın gürültüsünde doğar.

Bazı çevreler, bir dönem için gereklidir; bize dayanıklılığı, sabrı ve gözlem gücünü öğretir. Fakat zamanla bu çevre, artık ilerlememize değil, geride kalmamıza hizmet etmeye başlar. İşte o noktada fark ederiz: Biz artık aynı değiliz. Eski sohbetlere sığamıyor, yüzeysel düşüncelerden beslenemiyoruz. Bu fark ediş, bir yalnızlık değil, içsel bir uyanıştır.

Kimi insanlar, yeni fikirleri tehdit olarak görür; çünkü onlar sabit kalmak ister, sen ise genişlemek. Senin değişimini “soğukluk” zannederler, oysa sen sadece farklı bir derinliğe yönelmişsindir. Artık küçük dairelerin içinde dönmek seni tatmin etmez; çünkü içinde büyüyen bir çağrı vardır

“Kendini gerçekleştirme isteği!”

Bu noktada insanın önünde iki yol belirir:

Ya bulunduğu çevreye uymak için kendini bastıracak,

ya da içindeki sesi dinleyip yeni bir yola çıkacaktır.

Birincisi kolaydır, çünkü kalabalığın onayını getirir.

İkincisi zordur, çünkü yalnızlıkla sınar.

Ama ancak ikinci yol, ruhun kendi özüne ulaşmasını sağlar.

Uyumsuzluk, bazen bir eksiklik değil, bir işarettir:

Artık büyüyorsun, gelişiyorsun demektir.

Ve her büyüme, bir vedayı da içinde taşır.

Bu farkındalığı yaşamak, insanın kendi benliğine sadık kalmasının en cesur hâlidir. Eğer çevren seni artık beslemiyor, hatta içindeki ışığı söndürüyorsa, sessizce uzaklaşmak en asil duruştur. Çünkü insan, kendisini anlayamayan seslerin içinde kalırsa, zamanla kendi sesini duyamaz.

Sonunda, geriye bir hakikat kalır:

İnsanın yolu, herkesle yürünmez.

Kimi dönemeçler yalnız geçilir, ama işte tam orada insan gerçekten yürümeye başlar.

Ve bazen büyümek, sessizce uzaklaşmaktır.

Unutulmamalıdır ki:

Rüzgâr zirvelerde daha sert eser, ama manzara yalnızca oradan görülür.