Bir zamanlar müzik, kulağa değil — kalbe yazılırdı.

Nota yoktu belki ama nefes vardı.

Kitap yoktu ama bir göz bakışı, bir sessizlik, bir susma anı öğretirdi.

Usta konuşmazdı.

Sadece çalardı.

Talebe dinlerdi.

Ve bir gün — farkına bile varmadan — o sesi, kendi sesi haline getirirdi.

İşte buna meşk derlerdi.

Bugün her şeyin bir “hızlı öğren” formu var.

Bir dakikalık videolarla makam öğreniliyor,

üç tıklamayla eser dinleniyor.

Ama kimse artık duymuyor.

Çünkü meşk, sadece duymak değil, olmak sanatıdır.

Bir zamanlar bir talebe, aynı eseri aylarca çalışırdı.

Belki bir satır, belki bir mısra...

Ama her tekrarında, sesi biraz daha kendine benzetirdi.

Şimdi herkes kendi sesini bulmadan konuşuyor,

herkes sahneye çıkıyor ama sahne artık bir derslik değil,

bir seyirlik.

Ustalar suskundu, çünkü bilirlerdi:

“Gerçek öğrenme, sessizlikte başlar.”

O sessizlikte, notalar kendiliğinden anlam kazanırdı.

Bugün o sessizlik kayboldu.

Herkes konuşuyor, herkes anlatıyor ama kimse aktar(a)mıyor.

Meşk bir yöntem değil, bir hal aktarımıydı.

Bir gönülden ötekine geçen görünmez bir köprü.

O köprü yıkıldığında, musikî de yetimini kaybetti.

Bazen düşünüyorum:

Belki de müzikte eksik olan yeni makamlar değil,

eski usullerdir.

Çünkü her notanın ardında bir niyet,

her bestenin ardında bir teslimiyet gizlidir.

Ve meşk, tam da orada başlar:

Bir insanın bir diğerine,

“Sen de ol” diyebilmesinde.

Belki yeniden başlamalıyız.

Yeni metotlarla değil, eski kalplerle.

Bir ustanın yanında değilse bile,

bir ustanın sessizliğini içinde duyarak.

Çünkü meşk ölmedi, sadece

unutturuldu.

Meşk, Türk Sanat Müziği’nde yüzyıllardır kullanılan sözlü ve uygulamalı bir öğrenme yöntemidir.

Kısaca söylemek gerekirse, usta-çırak ilişkisine dayanan, notadan çok kulakla ve gönülle öğrenme sürecidir

sevgi ve saygılarımla..

Sabri GELİCİLİ konservervatuar öğretim görevlisi...