Sanıyordu muhtaçtım ona. Saklamadım, ondaydı eksiklerim. Kartvizit yapamadım, dolduracak unvanım yoktu. Yazarlığım da kaldırım mühendisliği gibiydi. Becerikliliğim iki yanlışın arasından doğru çıkmaktı. El attığım her şey güzelleşiyordu. Yürüyüşünün her hali hoplatırdı yüreğimi.

Ne yaptılarsa feshetmedim kendimi. Güneşe varması için uzatmalıydım tümcelerimi.

Yaşayamayanlar da tez unutamıyordu beni. Kaç adımdan sonra çelme atar ayağa ihanet? Hatırlamasını istedim, utandı.

-Kandıramazsın beni, dedi.

Kim uydurabilirdi bu fıtratı. Aklım düştü saçlarına, bulur musun? Hangi anımı saklamalıyım, hangi utancımı afişe edeyim? Ölürsem sahip çıkmayan birileri çıkar mı? Sahi, bir insan kaç hayat yaşar, kaçınızın hayatına sızabilirim? Sen ben de güzel durdun da ya ben? Ben ben de pek güzel duruyorum her gecelerde. Varmak için dehlizin başlangıcındaki kalabalığa kaç mum yakmalıyım? Konuşmam susmamın yanıtlarıdır. Bak, ben benimle barışırım, sen despotken nasıl barışacağız? Severken her gün öldürüyordun beni. Tüm erkekler tüm kadınlardan asırlar boyu özür dilese karşılamaz doğruları. Taşımalıyız güveni küfe küfe en güvenilir yerden, ölümden. Pek de alıştım kendime, sevmiştim… Doyamıyorum giyinmeye. Bırakıp da nasıl gideceğim kendimi? Seni de yadırgamaz oldu romanlarım. En kalabalık anlarımda seni arayışım tutuyor. Seviyorum adımın altının kırmızıyla çizilmesini.

Gör, sarılmadın üşüyorum… Hayatınıza birini alın, dedi Sokrates. Söz dinledim. Yazar olamadım, filozof ta; sevilmedim.

Toplu yalnızlığımın hemen ardından gürültülü gösteriler keyifli geldi. Pusulasız yürüyorum, sık sık kendimi bulsam da kayıplar arasında. Külün sıcaklığı yayılırken alnımdan, ters kelepçe çığlıkları yağıyordu hanelere.