Kimi enstrümanlar vardır ki yalnızca bir ses üretmez, aynı zamanda ruhun derinliklerine dokunur. İşte keman… Dünyada “violin” adıyla bilinen bu saz, yüzyıllar boyunca hem Doğu’nun hem Batı’nın ortak dili olmuş, sevinci de hüznü de en saf haliyle insana aktarmıştır.
Batı’da Doğan Bir Yıldız
Kemanın doğuşu 16. yüzyıl İtalya’sına dayanır. Viyola da gamba ve rebap gibi eski çalgılardan gelişerek bugünkü formuna kavuştu. 17. ve 18. yüzyıllarda Cremona’lı ustalar Stradivari ve Guarneri, kemanı zirveye taşıdı. Bach’ın eserlerinde derin bir ruh, Mozart’ın senfonilerinde zarafet, Paganini’nin ellerinde ise adeta insanüstü bir virtüözlük kazandı. Batı müziğinde keman, artık sadece bir eşlik sazı değil, orkestraların başrol oyuncusu oldu.
Türk Musikisi’nde Kemanın Yeri
18. yüzyılda Osmanlı’ya giren keman, kısa sürede fasıl heyetlerinde yerini aldı. Ney’in derin nefesine, tanburun ağırbaşlı tınısına keman, hüzünlü ama zarif bir renk kattı. Tamburi Cemil Bey’in kemanla yaptığı taksimler, hâlâ musikimizin başyapıtları arasındadır. Cumhuriyet sonrasında ise keman, yalnızca klasik Türk musikisinde değil; halk müziğinde, hatta popüler sahnelerde bile başrol üstlendi. Anadolu’nun yanık türkülerinden, gazino sahnelerindeki sanat musikisine kadar kemansız bir icra düşünülemez hale geldi.
Evrensel Bir Köprü
Bugün keman dünyanın her köşesinde farklı bir kimlikle karşımıza çıkar:
Arjantin’in tutkulu tangolarında,
Amerika’nın neşeli country müziğinde,
Hint filmlerinin romantik sahnelerinde,
Anadolu’nun hüzünlü türkülerinde,
Ve elbette Avrupa’nın büyük senfonilerinde…
Hepsinde aynı enstrüman, ama her defasında farklı bir kültürün sesi.
Son Söz
Keman, insan sesine en yakın enstrümanlardan biridir. Bu yüzden belki de hangi kültürde çalınırsa çalınsın, dinleyenin kalbine doğrudan hitap eder. Bir tek yay hareketiyle gözyaşını da, coşkuyu da dile getirebilir. İşte bu yüzden keman, dünyanın en evrensel çalgısıdır; çünkü o, insan ruhunun ta kendisidir.