Dalga dalga operasyonlar eşliğinde her gün bir gözaltı ve tutuklama haberiyle güne başlıyoruz. İtirafçılar, gizli tanık ifadeleri, ne yapıp edip ille de bir suç uydurma ve ille de tutuklama.

Her ne kadar, bir tarafın ‘’yapan da şikayet eden de kendileri’’ iddiası ortaya atılsa da halkın oylarıyla seçilmiş insanlara cezaevi yolunu işaret etmenin ne ahlak ne de vicdanla ilgili uzaktan yakından bir ilgisi olmaz.

Şu an hiç dokunulmayan yandaş belediyelerin sayıştay raporlarında soygunun, hırsızlığın, yolsuzluğun alası var var olmasına da o dosyalar tozlu raflarda öylece duruyor hala.

Hukuksuzluğu savunmak bütün kötülükleri savunmaktır. Kendilerine gelince her türlü adaletsizlik normal fakat iş karşı mahalleye gelince onlara her şey reva.

İşte böyle olursa orada ne insan hakları ne demokrasi ne de basın özgürlüğünden söz edilemez. Hatta sokaktaki masum patinin, ormandaki ağacın, tohumun, toprağın hakkından…

Bunun için değil mi kıyıların yağmalanması, halka ait olan sahillerin kapatılıp giriş ücretine bağlanması.

İştah kabartan bakir alanlarda yangınlar sonrasında orada otel ya da tesis inşaatlarının yükselmesi.

Ülkedeki 240 gölden 186’sı kurudu.

Her yanımızı zehir kusan tesislerle donatıldı, orman alanları bir şekilde vasfını yitirdi, su kaynakları kurutuldu, kuşlar gitti, yaban hayat alanları konuta açıldı. Çevreye, doğaya her zararı verdiler ve suçu iklim krizine attılar.

Türkiye bir hukuk devletiydi değil mi? Etrafımız cemaat, tarikat yurtları, gerici vakıf ve derneklerle kuşatılmış.

Aslında o kadar çok çürüme var ki dört bir yanımızda, nereye el atsan elinde kalır da şimdi tekrar operasyonlar dalgasına dönelim.

Anaya bir toplumsal sözleşmedir.

Magna Carta Libertatum Yani Latince Büyük Özgürlükler Sözleşmesi anlamına geliyor. Bu sözleşme 1215 yılında imzalanmış bir İngiliz belgesidir.

Şimdi bu sözleşmedeki bazı ibarelere bir göz atalım:

“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak veya hapsedilmeyecek veya mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak veya kanun dışı ilan edilmeyecek veya sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır. Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir hür yurttaş ondan yoksun bırakılamaz’’ denilmektedir.

Peki; bugüne kadar kaç belediye başkanı hüküm giymeden tutuklandı? Hangisi adil yargılandı ve hakkında iyi ya da kötü bir karar verildi?

810 yıl öncesinin gerisine düşmüş bir gerçek varken karşımızda acaba hangi adalet ya da hukuktan söz edilebilir?

Son dalga operasyonlarda Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar da gözaltına alındı. Tanık olarak dinlenen iki isim, itirafçı Aziz İhsan Aktaş’ın iki çalışanı çıktı.

Zeydan Karalar 11 yıl önce Seyhan Belediye başkanı seçiliyor ve ilçede 2014-2019 arası rüşvet dönüyormuş.

Nasıl bir rüşvetse 11 yıl sonra ortaya çıkıyor ve tanık olarak dinlenen iki isimin, itirafçı Aziz İhsan Aktaş’ın çalışanları olduğu öğreniliyor.

Ne güzel değil mi? Sen çete lideri zanlısıyken istediğin kişiye at iftirayı, at çamuru, sonra çık dışarıya elini kolunu sallayarak gez, kendisi yetmedi iki çalışanını da tanık yap.

Sonra sabaha karşı yeni bir operasyon dalgası, itibarsızlaştırma, algı yaratma ve bir yalan rüzgarı…

Bir yanda bu anti demokratik uygulamalara karşı tepkiler yükselirken, diğer yanda zeytinliklere dalmak için yeni bir alan açma, zam yağmuru, işsizlik, yoksulluk ve bilmem kaç parçaya dönüşen, unutturulmaya çalışılan acı gerçeğimiz.

Şu memlekette depremi bile unuttuk neredeyse ve depremde yaşanan hak kayıpları da depremle beraber kaldı enkazın altında.

19 Mart’ta başlayıp Ekrem İmamoğlu’ndan İstanbul, İzmir ve Adana’ya kadar uzanan bu operasyon depreminin enkazında da birileri kalacak olursa bedeli çok ağır olur. Kaybeden yalnızca Adana, İzmir, İstanbul değil Türkiye olur.

Bir yanda kuşatma harekatı ve 800 yıl geriye giden toplumsal sözleşme varsa diğer yanda bir Dadaloğlu yüreği vardır:

Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir!

Yani, hukuksuzluğa karşı itiraz hakkımız yasal olarak vardır. Hepimizin demokrasi istemeye hakkımız vardır. Toplumsa muhalefet suç değildir. Suç, halka yalan söylemektir. Demokratik zeminde birleşik bir muhalefet olmazsa hiçbir enkazın altından kalkma şansımız yoktur.

Şimdi Zeydan Karalar’a kara çalmaya çalışan iki tanığın Aziz İhsan Aktaş’ın çalışanı çıkmasıyla zaten bu kumpas çökmüş değil midir?