Bilgi, sessiz bir nehir gibi akar; derin, sakin ve mütevazı. Cehalet ise bir şelale misali gürültülü, taşkın ve kendini her yere duyurmaya hevesli. Günümüz dünyasında, bir konuyu bilmeden konuşanların sesi, bilenlerin sükûnetini bastırıyor. Bu, sadece bir iletişim sorunu değil; aynı zamanda düşünce dünyamızın erozyona uğramasının bir göstergesi.

Bir konuyu bilmeden konuşmak, bir haritası olmadan ormana dalmak gibidir. Yönünü şaşırır, dallara takılır, en kötüsü de kaybolduğunu fark etmezsin. Ama modern çağda, bu kayboluş bir utanç kaynağı olmaktan çıktı. Sosyal medya platformları, herkesin her konuda fikir beyan edebileceği bir kürsüye dönüştü. Tarih, bilim, siyaset, tıp… Sanki bir Google aramasıyla her şeyin uzmanı olunabiliyormuş gibi. Bu cesaretin adı, ne yazık ki, "Dunning-Kruger etkisi" değil; olsa olsa "cahil cesareti".

Peki, neden bu kadar çok insan, bilmediği sularda kulaç atmaya bu kadar hevesli? Birincisi, bilgi çağında bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama onu özümsemek hâlâ emek istiyor. İkincisi, modern kültürümüz, sessizliği zayıflık, sürekli konuşmayı ise güç olarak görüyor. Bir tartışmada susup dinlemek, çoğu zaman "mağlubiyet" gibi algılanıyor. Oysa gerçek bir bilge, konuşmadan önce dinler; çünkü bilmediği bir şey öğrenebileceğini bilir.

Bilmeden konuşmanın zararı sadece yanlış bilgi yaymakla sınırlı değil. Bu, aynı zamanda toplumu kutuplaştırıyor, güveni zedeliyor. Birisi, emin olduğu bir yanlış bilgiyi savunduğunda, karşı tarafın da aynı şekilde davranmasına kapı aralıyor. Sonuç? Gerçeğin değil, en yüksek sesin kazandığı bir kakofoni.

Çözüm, bireysel bir uyanışta yatıyor. Önce kendimize şu soruyu sormalıyız: "Bu konuda ne kadar bilgim var?" Bilgi eksikse, konuşmak yerine öğrenmeye yönelmek, cesaretin en güzel hali. Dinlemek, araştırmak, sorgulamak… Bunlar, cahil cesaretinin panzehiri. Bir de, bilmediğini kabul etmenin erdemi var. "Bilmiyorum" demek, zayıflık değil; bilgelik yolculuğunun ilk adımı.

Dünya, bilenlerin sakin sesine muhtaç. Cahil cesaretinin gürültüsü, ancak bizler bilmediğimizde susmayı öğrenirsek azalır. O zaman, belki, gerçek bir diyalog başlar. Ve o diyalogda, şelalenin gürültüsü değil, nehrin dingin akışı duyulur.