Adana. Türkiye’nin en renkli, en coşkulu, en “kendine has” şehirlerinden biri. Çukurova’nın bereketli topraklarında, Seyhan’ın kıyısında bir dev. Ama bu dev, sanki bir zincire vurulmuş gibi. Adana, potansiyeliyle göz kamaştırıyor; sanayisi, genç nüfusu, tarihi dokusuyla “ben buradayım” diyor. Peki, neden hâlâ “sahipsiz” hissettiriyor? Neden bu şehir, hak ettiği büyük sıçrayışı bir türlü yapamıyor?
Trafiğe sıkışmış bir Adanalı’nın sabah çilesini düşünün. Yollar genişliyor, köprüler yapılıyor, ama sanki şehir kendi büyümesine yetişemiyor. Toplu taşıma desen, yıllardır metro hayali konuşuluyor, ama hani nerede o modern, hızlı sistem? Mahalleler arasında kentsel dönüşüm projeleri var, evet, ama bazı sokaklarda hâlâ “ne olacak bu halimiz?” sorusu yankılanıyor. Altyapı sorunları, yeşil alanların azlığı, plansız yapılaşma… Adana, sanki birileri tarafından hep “yarın bakarız” denilerek ötelenmiş.
Ama Adana bu değil! Bu şehir, sinemasıyla, tiyatrosuyla, üniversiteleriyle bir kültür yuvası olabilir. Eski sanayi bölgeleri, biraz vizyonla çağdaş sanat merkezlerine dönüşebilir. Teknoloji vadisi mi? Neden olmasın! Adana’nın gençleri, girişimcileri, esnafı zaten bu ateşi yakmaya hazır. Yeter ki birileri o kıvılcımı çaksın. Şehir, kendi hikayesini yazacak güce sahip; ama sanki bir el, bir ses, bir lider eksik.
Adana sahipsiz mi? Hayır. Ama daha çok sevgi, daha çok özen, daha çok cesur adım bekliyor. Bu şehir, kebapla, şalgamla anılmaktan çok daha fazlasını hak ediyor. Adana, birilerinin “hadi, bu şehri uçuralım” demesiyle parlayacak. Çünkü bu şehir, sadece büyük değil; büyük düşünen, büyük yaşayan bir şehir.
Sahi, Adana’nın çığlığını duyan var mı? Yoksa bu sessiz feryat, Seyhan’ın sularında mı kayboluyor?