Metropol gazetesinin sevgili okurları,
Sahne ışıklarının altında, bir müzisyeni izlerken aslında sadece notaların çalınmasına tanık olmayız. Orada, insan ruhunun en mahrem, en gizli haliyle buluşuruz. Gerçek sanat, bir melodiye can vermekle başlar, ancak esas büyü, o melodinin dinleyicinin kalbinde yankılanmasıyla tamamlanır. Bu yolculuk, nota defterinden çıkıp doğrudan gönül kitabına yazılan bir destandır.
Bir müzisyen, enstrümanını eline aldığında bir kâşife dönüşür. O, bir enstrümanın perdesini, tuşunu veya telini keşfetmekle kalmaz; aynı zamanda kendi içindeki coşkuyu, hüznü, fırtınaları ve dinginliği de keşfeder. Tıpkı bir sevgiliye kavuşur gibi, enstrümanıyla kurduğu bu samimi bağ, müziği sıradan bir sesten çıkarıp, yaşayan, nefes alan bir varlığa dönüştürür. İşte o an, makamlarımızdaki derinlik, halk müziğimizdeki samimiyet, sadece birer ezgi olmaktan çıkar, ilahi bir fısıltıya dönüşür.
Bu icra anı, aynı zamanda bir danstır. Müzisyen, enstrümanıyla bütünleşir, notalar havada süzülürken beden diliyle onlara eşlik eder. Her dokunuş, her nefes, bir duygu selinin parçası olur. Eğer müzisyen kendi icrasından büyülenmezse, o büyü dinleyiciye geçmez. Çünkü müzik, önce kendi ruhunuzu ikna etmenizi gerektirir.
Sanatın en temel sırrı budur: Müzisyen önce kendini ikna etmeli, kendi icrasını yaşamalı ve o duyguyu son zerresine kadar hissetmelidir. Ancak o zaman, o müzik, sınırları ve kalıpları aşarak dinleyicinin kalbinde sonsuzluğa ulaşır.
Sevgi ve saygılarımla. SABRİ GELİCİLİ