Yalnızlığı güvensizliğinin ödülü olarak görmüyordu.

Çöpe atılmış kitabımı gördü, acıdı aldı, sildi duvar dibine bıraktı.

Döndü, uzaklaşamadı. Geri aldı, göğsüne bastı liseli günlerdeki gibi.

Okudu kalabalıklaştı, kalabalıklaştı okudu.

Yıldız tarlasının arasında dolanırken lila kelebekler gördü, neşeli konuyorlardı leylaklara.

O da bana iyi geldi. Her gelişinde zihnim temizleniyordu.

Hayatım kısa bir öyküydü, bir ahengi olan. Herkes herkesin şeyini şeyinden kıskanırken, şeyini şeyinden korumuş olacaktı kalem gibi sararken şeyini şeyle.

Aklında kalmam için her köşeye sıkıştığında kitaplarıma sarıldı, en yeni arkadaşı oldum.

Kendini hazine sanması boşa değildi, boş değildi beline, diline sahip olamaması, eline sahip olamayan bir yazarın kitabı başucundayken.

Açtı gözünü gün bitti, sevişmeyi bir sonraya bırakmayacak kadar kısaydı gün.

Soktukça fikirleri hamile kalıyordu, fikirler doğuruyordu okudukça sayfa sayfa beni.

Veremedikleri yoruyor, aldıkları kırbaçlıyordu konuşmalarını. Aklının içindeydi cennet, küçük mutluluklara tamah etmek büyüğü hak etmediğini kabullenmekti.

Bir daha bu yaşlarda olsa beni sevmeye hazırdı.

Onunla mutlu olduğum için mutluydu. Hakkında fikri olan çoktu, tanışmadan edinilen. Bazen tüm kelimeleri unutası, sadece parmaklarıyla konuşası tutuyordu.

Az konuştuğuna bakmayın, az şey bilmiyordu. Bir ödüldü artık güvenin verdiği kalabalıklar. Yoksunluğum sevdirmiyordu, pozitif hallerim kışkırtıcı geliyordu. Herkesin doyumsuz sevinci vardı tekrar tekrar üreyen, benim sevincimde oydu. Paylaştı sevdiğiyle de sövdüğüyle de.

Yere de sığdırıyordu, göğe de en iyi de kalbine, en ince yerlerime dokuna dokuna. İncitirim diye korkmazdı, her nezaketimi aynen iade etmesini beceriyordu.

O nasıl sevilmezdi ki?