Hayat, bazen bir bahar dalında açan çiçek, bazen de fırtınalı bir denizde savrulan bir sandal gibi. Ama ne tuhaftır ki, çoğu zaman kendimizi bu dalgalara karşı kürek çekerken, rüzgâra karşı koşarken buluyoruz. Niçin hayatla savaşırız? Neden bu bitmek bilmez mücadele, bu içsel ve dışsal çatışma? Belki de cevap, insan olmanın karmaşık doğasında yatıyor.
Hayatla savaşımızın bir nedeni, kontrol arayışımız. İnsan, bilinmezlikten korkar. Gelecek belirsiz, geçmiş değiştirilemez, şimdiki an ise kaygan bir zemin. Bu yüzden planlar yapar, hedefler koyar, her şeyi bir düzene oturtmaya çalışırız. Ama hayat, kendi ritminde dans eder; bizim çizdiğimiz sınırlara pek aldırmaz. Bir iş görüşmesi ters gider, bir ilişki beklenmedik bir şekilde biter, sağlık ansızın bozulur. İşte o an, hayatla kılıçlarımız çarpışır. Çünkü kontrolü kaybetmek, insan ruhunun en derin korkularından biridir.
Bir başka savaş alanı, beklentilerimiz. Toplum, aile, kültür ve hatta kendi iç sesimiz bize sürekli “olmamız gereken” bir benlik resmi çizer. Daha başarılı, daha mutlu, daha zengin, daha güzel... Liste uzar gider. Ama bu “mükemmel” versiyonlara ulaşmak için kendimizi zorladıkça, gerçek benliğimizle aramıza mesafeler koyarız. Hayatla savaşımız, aslında bu içsel çatışmanın dışa vurumu olabilir. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek yerine, bir ideale ulaşmak için durmaksızın mücadele ederiz.
Peki, ya dış dünya? Hayatla savaşımızın bir kısmı, modern dünyanın dayattığı hızdan kaynaklanıyor. Her an üretken olmalı, her an bir şeyler başarmalıyız. Sosyal medya, başkalarının “mükemmel” hayatlarını gözümüze sokarken, kendi yolumuzda tökezlediğimizde suçluluk duyarız. Bu rekabet, bu karşılaştırma çılgınlığı, hayatı bir dost yerine bir rakip gibi görmemize neden oluyor.
Ama belki de asıl soru şu: Hayatla savaşmak zorunda mıyız? Belki de hayat, bizim ona karşı koyduğumuz kadar düşman değil. Belki de dalgalarla savaşmak yerine, onlarla birlikte süzülmeyi öğrenebiliriz. Bu, teslim olmak değil, akışa güvenmek demek. Hayatı bir düşman gibi görmek yerine, onunla bir dansa başlamak mümkün mü? Hatalarımız, kayıplarımız, hatta belirsizliklerimiz bile bu dansın bir parçası olabilir.
Hayatla barışmak, her şeyi çözmek ya da mükemmel olmak anlamına gelmiyor. Belki de sadece, elimizdekiyle yetinmeyi, anı kucaklamayı ve kendimize karşı daha şefkatli olmayı öğrenmekle ilgili. Çünkü hayat, savaşılacak bir arena değil, keşfedilecek bir yolculuk. Ve bu yolculukta, en büyük zafer, kendimizi olduğumuz gibi sevmeyi başarmak.