Badem çiçekleri beyaz ve pembe karışımı ile dallarda gülümsemeye başladı bile.

Kalbi soğumuş, nabzı durmuş bir çağın bavulunda kitaplara, ilim ve bilime yer yoktur. Tıka basa hırs, açgözlülük, haram, yalan doludur; alavere, dalavere, ihanet, iftira, kargaşa…  En hastalıklı çağ; kitapları ve okumayı aşağılayan, küçümseyen, hor gören çağdır. En bedbaht ülke imkânları birilerine peşkeş çekilip kâğıtta dışa bağımlı hale getirilen ülkedir; gençleri umutsuzluğun rüzgârında kuru bir yaprak gibi savrulan ülkedir. Üstelik göz göre göre yapılan bu ihanet bir grup parazitin gemisi yürüsün diye yapılmıştır. Hiç boş durmuyor gemicikler; çöküşe ve yoksulluğa doğru dörtnala gidiyor istikbalimiz.

Ya aydınlarımızın, sendikaların, derneklerin, iş insanlarının kayıtsızlığı, vurdumduymazlığı; aziz milletimizin her şeyden habersiz gibi tavırları? Badem çiçekleri beyaz ve pembe karışımı ile dallarda gülümsemeye başladı bile. Peki, üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi duran uyuşuk zihinleri ve bilinçleri hangi nefes canlandıracak? Din, ahlak, haysiyet, onur, görev aşkı…

Ağaçların oluk oluk akıyor gözyaşları, kurudu nehirler, çöle uzanıyor mavi. Bu kadar hakikati görmezden gelmek için aklın ve vicdanın insanlıkla arasındaki tüm köprüleri kökten yakmış olması gerekir. Cehaletinden memnun, huzur bilgisizlik, ya da her şeyi bilmek… Bu unutulmuş derebeylik, insanı öldüren yozlaşmanın en savunulması güç kaynağı kitap fiyatlarının uçuk kaçık rakamları değil mi? Sanılıyor ki medya tamamen gerçekleri göz önüne seriyor. Tüm görülen ve duyulanlar gerçek. Yazık. Hepsi palavra. Sansür yemiş gerçekler.

Bilerek ve isteyerek kristalize edilen yoksulluğun devlet eliyle düzenli bir şekilde verilen üç beş kuruşla ört bas edilmeye çalışılmasından daha aşağılık ne olabilir? Yoksulluğu ortadan kaldırmak için elinde her imkân olan bu coğrafyada insanların büyük bir bölümünün açlık sınırının altında yaşıyor olması planlı bir toplumsal ötanazi değil de nedir? Her gün kilise çanları gibi fakirliğin diğer dünyada peygamber yakınında yer almak olduğunu söyleyen ihanet başkanlarının şatafatlı yaşantısı söyledikleri yalanların en açık delili değil mi? Madem fakirlik bu kadar yüce bir mevki sen de sat milyon dolarlık arabanı, yazlığını kışlığını, yurt dışındaki gayrimenkullerini, dağıt fakire fukaraya, geç tek odalı bir gecekonduya diğer dünyada peygambere komşu olmayı sen de garantile.  

Dikenli yoksulluğun ortasında kalan bir toplama kampında aklın ayazına sıkıştırılmış baraka evin camından taşıyor kelimelerim. Hiçliğin içinden soyutlanan somun ekmek sırasının en arkasındayım. Dünyada hiçbir güç çaresizlik kadar baskı yapamaz ruhuna insanın. Boşluğa öyle çivilemişler ki ellerimizi, cinsiyetimizi, inancımızı, amacımızı,,,…tıka basa hiçlikle doluyuz… Bizlere ayrılmış küçük bir gökyüzü, kısır ve ithal tohum, en dibini görmüş borçlar, yaşayıp yaşamamak sınırında etik yozlaşma, dört tarafı tek sayfa kitap okumayanlar tarafından kuşatılmış milli bayramlar… görülmeyen duvarlar ötesinde nelerin gizlendiğini, nelerin yaşandığını kimse bilmiyor. Düşünmek yasak, düşündüğünü ifade etmek dinsizlik… acayip bir algı ciası ya da ciosu… Hiçlik içine sürülmüş mesafe okyanusları derinlerinde cam bir fanusa mahkûm edilmiş milyonlar…beyinleri yakan bir algı operasyonu, siyanürle intihar eden aileler, antidepresan hiçliğin soyunan gerçekliği, vakumlanmış dürtüler, sıradanlaşmış ayak izleri. Ne yana bakarsanız bakın cesareti tavan yapmış yozlaşma… Hiçliğin içinde her şey yozlaşır. Hiçliğin sessizliği sağır eder kulakları…

Ellerim, kollarım, aynada gördüğüm yüzüm hiçliğin derin çıkmazlarında yalan ve iftiraların sinsi kıskaçları arasında kaybetmiş benliğini. Us ve öz yıllardır tek bir gün ışığı kadehini yudumlamamış; yapacak, yazacak, duyacak, anlatacak hiçbir şey yok! Aslında çok şey var ama yok(!) Kimin yatağında kalp krizi geçirdiyse oraya götürün, orada gebersin…

 Oysa insan olmak düşünce kalıbını kırmayı gerektirmez mi?

İnsan eğer hiçliğin gölgesinde nefes alıyorsa aldığı nefes de, attığı adım da, içtiği su da hiçlik kokar, değersiz bir varlıkmış gibi hisseder kendisini.

Hiçlik, yoksulluk ve çaresizlik başa bela…(!)

Bu üçlü insanda akıl ve beden sağlığı bırakmaz! Hasta garantili şehir hastaneleri boş kalmasın(!)