Düşlerinin kanayan dizelerinden öperim şair!

Ah gülümün pencerelerine yapışan düş; bana gelince mi kırıyorsun ödenmemiş hesaplarını güneşin, bana gelince mi cilalı tokalarında kurutuyorsun sabrını? Yeşermen için kaç bahar daha sineye çekilmeli şarkılarım, kaç ayaz daha avuçlarından çivilemeliyim hudutlarımı? Öyle büyük değil ki mavilerim, bir damla gece yorgunu dokunuşun yeter bana. Bulut da su, kar da su, buz da su! Fizik ötesi değil bir bardak demli muhabbetti uysallığım, en umulmadık zaman döngüsü gibi kaçtığın vebalimden.

Biliyorum; kaybolmak istemiyorsan, kaybetmelisin kendini, yani birinci tekil şahsı, “Ben”’i. Ben’in tözü sırılsıklam kibir… Öz mü tözün içinde, töz mü közün içinde…

Ve hep konuşur töz!!!.. Ego kibirle mumyalanmış. Taş kanadı, tutuldu akıl dolunayda. Dört mevsimi bahar olan ülkelerin hikâyelerine kahraman olanların ne üstünlüğü var ufkumuzdan. Promete gibi tüm Tanrıların düşmanı mı ilan ettiniz ısrarlı güz ağrılarımızı. Acılar bizim, kuş konmaz dallarında hasret doğuran sızılar bizim… İnkâr mı edelim? Yanan avuçlarımıza düşmeyen düşlerin gölgesi elbette ağır gelir can öteleyen camlarına pencerelerimizin.

Hem Promete değil Sisifosum ben! Hayatın lanetli tepelerine kamburunda yazlarıyla tırmanmaya çalışan; her gün yeniden, her düş yeniden! Gök düştü gözlerime. Mermere kazıdım düşlerimi, serdim allı pullu yılan sırtı güneşe. Zırha yürümüş kelimeler sese dokunmadığı sürece ses yok demektir! Sonu olmayan her sokak ses dokur; kilim kilim ses! Yalanların bittiği liman bakir bir toprağın avuçlarıyla kavrulur. Şiir, ceylanlardan ürkek. Şiir ölüm demek lanetli tepelerde huzur arayanlar için.

Hayatın cilvesi tezatın busesi; belki de kavuşmak için uzaklaşmak gerekir ilk önce tutkularından; yok olmamak için yok etmelisin kendini…

Hayat herkesin yaşadığı aslında kimsenin yaşamadığı veya yaşamaktan hoşlanmadığı bir trajediden ibaret: Bazıları nefes almadan yaşar, bazıları düşünmeden, bazıları konuşmadan, bazıları sorgulamadan yaşar. Bazıları okumadan, bazıları sadece vardır var olma sebebinin farkına varmadan; bazılarının yaşıyor olması yaşadığı anlamına gelmez, bazıları hayal kurmadan, mutluluk nedir bilmeden yaşar, bazıları duyu organlarını kullanmadan yaşar, bazılarının yoktur kalbi sevmeden yaşar. Hayat; herkesin yaşadığı gerçekte kimsenin yaşamadığı bir trajedi. Bazılarının sureti insan olması, insan olduğu anlamına da gelmez!

Aklın bedenlerine gömdüğümüz şiirleşemeyen bir rüya; kör ve fani. Hayatı hiç böyle hayal etmemiştim diyor imge. Düşlerinin kanayan dizelerinden öperim şair! Ya hep ya hiç prensibi!

Ah ölümün pencerelerine yapışan düş; bana gelince mi hep yalan söylüyorsun, çıkmıyor sesin hiç? Bana gelince mi korsan kimliklerin elleriyle kovuyorsun kelimeleri, kitap eşiklerinin yıldızları müjde değil veda! Kuyulara her atılan kurtuluyor mu sanıyorsun!? Boğuluyorum.

Evrenin ruhuydum önceden!

Şu an bir rüzgârın nefesinde sanal saatler kuracağız diye takıntı haline getirdiğimiz şiirlerimiz bile hatırlanmaz oldu. Oysa ulu çınarlar fırtınalı tepelerde büyür! Kaya kadar sert fırtına, sert ve zalim ve acımasız. Evrenin yoğurduğu her şey bir doğum, bir sanat… Ve her düş sanatı ve doğumu, şiiri, fırçayı, resmi ve elmayı; Asiyi, dağı, taşı ve tahtayı uysallaştırır. Başakları olgunlaştırır düşler, olgunlaşmak demek; daha samimi atılması demek adımların, tebessümlerin daha gerçekçi, ruhun daha özgür olması demek! Demir parmaklıklar arkasına kim atabilir Tanrıyı? Düşlerin kalbi Tanrının öteki yüzü…

Ah gözlerimin pencerelerine yapışan düş; beni bırakıp da nerelere gidiyorsun? Küskünlüğün en güzel kelimeleri kirletenlere olsun, bana değil! Silahları yazmıyorum ben, ölümü anmıyorum, hasret kelimesinin tek taş susuzluğuna yağmıyorum, nefretin dişlerini açmıyorum ve en önemlisi kaçmıyorum kendimden! Umudu zincire vurmuyorum, köpeklerin ve kedilerin kuyruklarını kesmiyorum, aksine çok seviyorum hayvanları, öyküsünü bozmuyorum kuşların ve en önemlisi haykırmıyorum yaşamak için…

Ey düş denen çukur! Pencerenden baktırmadın hiç. Hayatın bir sınav olduğunu söyleyen mızıkacıların ikiyüzlü yalanlarına aldandın. İyi dinle; bir sınav değildir hayat, hayat onurlu bir şekilde yaşanılması gereken bir gerçekliktir! Kırmadan dökmeden, yakmadan yıkmadan, çalmadan çırpmadan yaşamak, kimsenin ahını almadan… Yaşamak dediğin alnına değen kelimelerin yedi okyanus maviliği ile yoğrulması demek, yedi gök, dört iklim, iki dünya kalbinden büyük olamaz! Kitaplar yazmaz ama yürek arştan büyük!

Gülüşün düşse kalbime başım yarılır düş! Yola vursam kendimi milyon parçaya bölünür gök! Ezeli bir masalın nutku tutulur ellerimde, depresif gülümsüyorum hayata. Absürt! Gözleri morarmış düşlerimin şişmiş üstelik. Kelimelerin kalbidir Tanrının öteki yüzü!

Umudun sıcaklığına yağmurlar yağdı sesini kaybetmiş ezanlar gibi. Ruha yürüyen kelimeler kalbe dokunmadığı sürece ses yok demektir! Sonu olmayan her sokak ses dokur; kilim kilim ses!

Toprağın göğsündeki tüm cevher silindi. Bütün ölümleri topla gel! Diri diri yakılmış ağaçların gözlerini gördün mü hiç? Gördüysen üç defa vur düşlerime…tak tak tak. Bu düş kavuşursak inan tesadüftür.

Gitme vaktim geldi toplandım gönlümün dolaplarında.