Dünya üzerindeki en kısa ömürlü canlılardan biri balon sinekleri. Doğar, yarışır, hırslanır ve yalnızca birkaç saat ya da bir gün içinde hayata veda eder. Bu minik canlıların hikayesi, ironik bir şekilde, insanlığın kendi yaşam mücadelesine çarpıcı bir ayna tutuyor. Balon sinekleri, doğdukları anda kıskançlık ve rekabetle tanışır. En iyi yere sahip olmak, en çok besini toplamak için çılgınca bir koşuşturmaca içindedirler. Birbirlerini gölgede bırakmak için iftira atar, hiyerarşi kurar, farklı olanı dışlarlar. İki farklı kanat rengine sahip türleri, geçmişten gelen anlamsız bir düşmanlığı sürdürür; casusluk yapar, savaşır, hatta aynı aileden olanlar bile miras kavgalarına tutuşur. İyi niyetli olanlar mı? Onlar garip bulunur, anlaşılmaz. Adalet ve barış peşinde koşanlarsa azınlıkta kalır, çabaları yetersizdir. Sonra bir su birikintisine düşerler. Bir günlük ömürleri biter, ekosistemin bir parçası olurlar. Bunca hırs, bunca kötülük, bunca çaba… Bir gün için ne kadar anlamsız, değil mi? Peki ya biz insanlar? Ortalama 70 yıl yaşadığımızı düşünsek bile, dünyanın milyarlarca yıllık ömrü yanında bu süre bir göz kırpması kadar kısa. “Üç günlük dünya” demez miyiz sık sık? Balon sineklerinin hırsı, kıskançlığı, düşmanlığı bize ne kadar tanıdık geliyor? Kendi hayatlarımızda da benzer yarışlara giriyor, anlamsız çekişmelerle vakit harcıyor, farklı olanı öteliyor, adaleti ve barışı arayanları garip bulmuyor muyuz? Belki de balon sineklerinin hikayesi, bize bir şey anlatmak istiyor: Kısa ömrümüzde hırs ve kötülüğe değil, anlam ve iyiliğe yer açsak nasıl olur? Bir günlük hayat bile bir iz bırakabilir; önemli olan, o izi nasıl bıraktığımız. 70 yılımızı, bir balon sineği gibi tüketmek yerine, dünyaya bir damla iyilik bırakmaya ne dersiniz?
Bir balon sineği, o kısacık ömründe ne kadar çok şey sığdırır: Rekabet, hırs, kıskançlık, savaş… Peki, bu minik canlıların hikayesi bize ne öğretir? Kendi 70 yılımızı, yani dünyanın göz açıp kapayıncaya kadarki süresine sığan ömrümüzü nasıl yaşadığımızı sorgulamak için bir fırsat sunar. Balon sinekleri, bir su birikintisine düşüp ekosistemin bir parçası olmadan önce, anlamsız çekişmelerle vakit harcar. Ya biz? “Üç günlük dünya” dediğimiz bu hayatta, neyin peşinde koşuyoruz? Balon sineklerinin dünyasında, iyi niyetli olanlar azınlıkta. Barış için çabalayanlar, adaleti savunanlar, iyilik kahramanları, farklı olanı kucaklayanlar hep bir kenarda kalır. Ama düşünün: Ya bu iyi olan azınlık, o bir günlük ömre bir anlam katmayı başarsaydı? Ya bir balon sineği, hırs yerine paylaşmayı iyiliği, düşmanlık yerine dostluğu seçseydi? Belki de o minik yaşam, bir su birikintisinde son bulsa bile, geride bir iz bir anlam bırakırdı. Bir iyilik izi, bir umut izi. İnsanlar olarak bizler de benzer bir seçimle karşı karşıyayız aslında, 70 yıl, balon sineğinin bir gününe kıyasla uzun görünebilir, ama evrenin sonsuzluğunda bir an bile değil. Yine de bu kısacık sürede bu dünyayı değiştirebiliriz. Bir komşuya yardım eli uzatmak, bir yabancıyı yargılamadan dinlemek, farklı olanı anlamaya çalışmak…
Dünyayı değiştirmek için büyük adımlara değil, küçük yürek hareketlerine ihtiyaç var.
Bir komşunun kapısını çalmak, “Bir şeye ihtiyacın var mı?” demek.
Bir market kuyruğunda, önümüzdeki yaşlı kadının poşetlerini taşımak.
Bir yabancının gözlerinin içine bakıp onu gerçekten dinlemek…
Hepsi bu “kısacık sürede” yapabileceğimiz şeyler.
Albert Schweitzer der ki: “İyilik, anlamadığın dillerde konuşulan bir sevgi dilidir.”
Bazen bir çocuğun başını okşamak, bazen bir sokak hayvanına su vermek,
Bazen de sadece birini yargılamadan anlamaya çalışmak…
Tüm bunlar, bu dünyayı daha yaşanır kılar.
Victor Hugo şöyle der: “İnsan, insan olduğu için sevilmeli.”
Hangi dili konuştuğu, nereli olduğu, hangi mezhebe bağlı olduğu, nereden geldiği, ne giydiği değil…
Sadece insan olduğu için…
Bugün belki bir arkadaşınıza "Seni düşündüm" diyerek bir mesaj gönderin.
Belki otobüste yanı başınızdaki insanın sessizliğini bölmeyin, ama içten bir gülümsemeyle varlığınızı fark ettirin. Dünyayı değiştirmek; bir çocuğun gözlerine güven yerleştirmek kadar sessiz, bir annenin yorgun ellerine saygı duymak kadar anlamlıdır. Toni Morrison der ki: “Birinin hayatına dokunduğunuzda, onun hayatı sonsuza dek değişebilir sizinle birlikte. Küçük sandığımız hareketlerin yankısı bazen bir ömrü aydınlatır. Bir tebessüm, bir teşekkür, bir özür bile kalp dediğimiz o narin yerde uzun süre iz bırakır. Bunlar, balon sineklerinin dünyasında nadir görülen, ama bizim dünyamızda mümkün olan şeyler. Belki de balon sineklerinin hikayesi, bize bir uyarı: Hırslarımız, kıskançlıklarımız, anlamsız kavgalarımızla ömrümüzü tüketirsek, geriye ne kalır? Bir su birikintisine düşen balon sineği gibi, sadece ekosistemin bir parçası mı oluruz, yoksa bir iz bırakabilir miyiz? Seçim bizim. Öyleyse, “üç günlük dünya” için ne yapalım? Balon sineklerinden farklı olarak, bizler düşünme, sevme, iyilik, yaratma şansına sahibiz. Bir günlük ömür bile bir anlam taşıyabilir; 70 yılımız neden taşımasın? Bir iyilik, bir gülümseme, bir dostluk… Bunlar, evrenin sonsuzluğunda küçük görünebilir, ama bir insanın kalbinde sonsuza dek yaşayabilir. Balon sinekleri bize soruyor: Senin ömrün, bir günlük bir yarış mı olacak, yoksa dünyaya bir iz bırakacak mı? Cevap, bugünden itibaren attığımız her adımda saklı.
Son olarak Khalil Gibran şöyle yazar: “İyilik, kendini başkalarının kalbinde bulmaktır.
Bu yüzden her günün yada en azından ayda bir de olsa küçük bir kısmını kalpten gelen duyarlılıkla iyilik, barış, yardım eylemlerine ayırmalıyız.
Kendimiz için değil; insanlığımızı diri tutmak, dünyayı biraz daha yumuşatmak için.
En kalıcı değişimler ise insanın insana iyi gelmesiyle başlar.
Bu kısacık ömrümüzde yapabileceğimiz en büyük devrim ise: İyiliktir.
İYİLİK İYİDİR.
HER ZAMAN VE HER ZEMİNDE...