Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi uyarınca, evlilik birliğinin temelinden sarsılması hâlinde taraflardan her biri boşanma davası açabilmektedir. Ancak boşanmanın hükme bağlanabilmesi için evlilik birliğini sarsan olayların, taraflardan birine veya her ikisine yüklenebilir nitelikte kusurlu davranışlardan kaynaklanması gerekmektedir. Bu nedenle kusurun tespiti, boşanma davalarının en kritik unsurlarından biridir. Zira kusur yalnızca boşanma kararının verilmesinde değil, aynı zamanda maddi–manevi tazminat ve yoksulluk nafakası gibi fer’i taleplerin değerlendirilmesinde de belirleyici olmaktadır.

I. SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN İHLALİ

Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesi gereği eşler arasında en temel yükümlülüklerden biri sadakattir. Sadakat, yalnızca fiziksel sadakatle sınırlı olmayıp, duygusal bağlılığı ve eşlerin birbirine güvenini de kapsamaktadır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, evlilik dışında duygusal yakınlaşma dahi sadakat yükümlülüğünün ihlali sayılmaktadır. Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin çeşitli kararlarında, eşin üçüncü kişilerle sık görüşmesi, sürekli mesajlaşması veya duygusal yakınlık kurması “evlilik birliğini temelinden sarsacak nitelikte” kabul edilmiştir. Yargıtay, bu noktada toplum nezdinde güven sarsıcı davranışları da önemsemektedir. Bir eşin, karşı cinsten bir kişiyle sürekli görüşmesi, gece geç saatlerde mesajlaşması ya da birlikte gezilere katılması, fiili birliktelik kanıtlanmasa dahi sadakat yükümlülüğünün ihlali kapsamında değerlendirilmektedir. Çünkü evlilik, yalnızca aleni sadakat değil, aynı zamanda eşler arasında “güven ilişkisi” üzerine inşa edilmiştir. Yargıtay’ın 2017/3610 Esas, 2018/2345 Karar sayılı içtihadında da belirtildiği üzere, eşin başka biriyle samimi mesajlaşmaları, “fiili cinsel birliktelik olmasa dahi sadakat yükümlülüğüne aykırılık” kabul edilmiş ve ağır kusur sayılmıştır. Bu tür davranışlar boşanma davalarında çoğu zaman diğer tarafın maddi ve manevi tazminat talebinin de kabul edilmesine yol açmaktadır.

II. FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK ŞİDDET

Boşanma davalarında en sık tartışılan hususlardan biri de “şiddet” kavramının sınırlarıdır. Fiziksel şiddet herkesçe kabul edilen açık bir boşanma sebebi olmakla birlikte, Yargıtay uygulamasında psikolojik şiddet de en az fiziksel şiddet kadar ağır kusur kabul edilmektedir. Psikolojik şiddet; eşe karşı hakaret etmek, küçük düşürücü sözler söylemek, tehditte bulunmak, sürekli bağırmak, aşağılamak veya toplum içinde küçük düşürmek gibi davranışları kapsamaktadır. Bu tür eylemler, eşin kişilik haklarını ihlal etmekte ve evlilik birliğini sürdürmeyi imkânsız hale getirmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/5726 Esas, 2020/4389 Karar sayılı içtihadında; eşine sürekli hakaret eden, onun onurunu kırıcı sözler sarf eden tarafın “tam kusurlu” olduğuna hükmedilmiştir. Benzer şekilde, 2016/13456 Esas, 2017/9842 Karar sayılı kararda da, eşine karşı sürekli bağıran, onu değersiz hissettiren ve psikolojik baskı kuran tarafın kusurlu olduğuna karar verilmiştir. Psikolojik şiddet, fiziksel iz bırakmaması nedeniyle çoğu zaman ispatı zor bir olgu olmakla birlikte, tanık beyanları, yazışmalar, ses kayıtları veya eşin psikolojik durumunu ortaya koyan doktor raporlarıyla kanıtlanabilmektedir. Yargıtay, bu tür delilleri dikkate almakta ve psikolojik şiddetin varlığını boşanma için yeterli görmektedir.

III. ORTAK HAYATA KATILMAMAK VE İLGİSİZLİK

Evlilik birliği, eşlerin birlikte yaşamalarını ve hayatın yükümlülüklerini paylaşmalarını gerektirir. Yargıtay uygulamasında; eşin ortak konutu terk etmesi, uzun süre eve uğramaması, ailevi yükümlülüklerden kaçınması ve eşine karşı ilgisiz davranması kusurlu hareket olarak nitelendirilmektedir. Haklı sebep olmaksızın ortak hayatı reddeden eşin kusurlu olduğu yönünde birçok karar mevcuttur.

IV. AİLE BİREYLERİNE YÖNELİK SAYGISIZLIK

Yargıtay, eşin diğer eşin anne–babası veya yakın akrabalarına karşı hakaret ve kötü muamelede bulunmasını da boşanma sebebi kabul etmektedir. Kayınvalideye hakaret edilmesi, eşin ailesi ile bağları koparmaya yönelik davranışlar sergilenmesi, evlilik birliğini temelinden sarsan eylemler olarak değerlendirilmiştir.

V. EKONOMİK ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIN İHLALİ

Ailenin ekonomik yükümlülüklerine katılmamak, eşin çalışmasına engel olmak, kazancını ailesiyle paylaşmamak, TMK m. 185 kapsamında yüklenen karşılıklı yardımlaşma yükümlülüğünün ihlali niteliğindedir. Yargıtay içtihatlarında, eşin çalışmasını engellemesi veya evin ihtiyaçlarını karşılamaktan kaçınması da kusur olarak kabul edilmektedir. Bu tür davranışlar “ekonomik şiddet” kapsamında değerlendirilmektedir.

VI. ALKOL, KUMAR VE BENZERİ ALIŞKANLIKLAR

Yargıtay kararlarında, sürekli alkol kullanımı, kumar oynama alışkanlığı ve ailenin geçimini tehlikeye sokan davranışlar da evlilik birliğini temelden sarsan sebepler arasında sayılmaktadır. Bu tür bağımlılıkların, eşin aile içi sorumluluklarını ihmal etmesine yol açması halinde, kusur doğurduğu açıktır.

SONUÇ

Sadakat yükümlülüğünün ihlali ve psikolojik şiddet, Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü evlilik birliği yükümlülüklerine açıkça aykırılık teşkil etmekte olup, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında evliliğin temelinden sarsılması sebebiyle boşanmaya gerekçe oluşturan en önemli kusur halleri arasında sayılmaktadır. Bu tür davranışların varlığı, yalnızca boşanma kararının verilmesine değil, aynı zamanda kusurlu eşin tazminat ve nafaka yükümlülüğünün doğmasına da yol açmaktadır. Kusur değerlendirmesi, boşanma davalarının en kritik aşamasıdır. Zira tarafların kusur oranları, boşanmanın fer’î sonuçları üzerinde doğrudan belirleyici olmaktadır. Ağır kusurlu eş, Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesi uyarınca diğer eşe maddi ve manevi tazminat ödemekle yükümlü tutulabilir; ayrıca nafaka taleplerinde de kusur derecesi dikkate alınmaktadır. Bu nedenle davacı tarafın yaşanan olayları somut delillerle desteklemesi büyük önem taşımaktadır. Burada dikkat çekici bir husus, Yargıtay’ın kusur değerlendirmesinde yalnızca fiziksel olgulara değil, eşler arasındaki güven ilişkisini sarsan davranışlara da büyük önem vermesidir. Başka bir ifadeyle, sadakat yükümlülüğünü zedeleyen duygusal yakınlaşmalar ya da eşin kişilik haklarını ihlal eden söz ve davranışlar da, fiili şiddet kadar ciddi bir boşanma sebebi kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, modern hukukta “eşit değerde şiddet” anlayışının yansımasıdır.

Sonuç olarak; boşanma sürecinde hak arayan tarafların, yaşanan olumsuzlukları belgelendirmesi ve mahkemeye somut deliller sunması kaçınılmazdır. Tanık anlatımları, mesaj içerikleri, sosyal medya kayıtları, doktor raporları veya psikolojik değerlendirmeler, davanın seyrini doğrudan etkileyecek niteliktedir. Uygulamada da görüldüğü üzere, Yargıtay’ın içtihatları, boşanma davalarında kusurun tespiti bakımından yol gösterici olmakta; tarafların haklarının korunması ve evlilik birliğinin sona ermesinin adil bir zeminde gerçekleşmesi adına büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle boşanma davası açmayı düşünen kişilerin, sürece yalnızca duygusal açıdan değil, aynı zamanda hukuki ve delilsel boyutuyla da hazırlıklı olarak girmeleri gerekmektedir.

AVUKAT ASLIHAN BEGÜM GÜNGÖR