Adana’nın, yatırımda tıkanan Marmara Bölgesi’nin bir alternatifi konumunda olduğuna dikkat çeken Şevkin, ‘’ Yetişmiş insan gücü, bereketli toprakları, tarımın sanayiye entegrasyonunda avantajlı bir konumda olmasına rağmen merkezi idarenin yönünü hiçbir zaman Adana’ya dönmemesi nedeniyle dördüncü büyük ekonomiden 22. Sıralara kadar geriledik’’ dedi.
Son 20 yılda neredeyse 100’den fazla büyük fabrikanın kapandığının altını çizen Dr. Müzeyyen Şevkin, Çukurova Metropol’e konuştu. Şevkin, ‘’Uzun yıllar sanki Adana’nın hiçbir ihtiyacı yokmuş gibi davranıldı ve bu kent teşviklerden mahrum bırakıldı. İş insanları teşvikten faydalandırılmadı. Şimdi üçüncü bölgeye çekildi ancak yatırımlar zaten civar illere kaydı’’ ifadelerine yer verdi.
Fabrika kapanmaları, yüksek işsizlik, teşvik eksikliği, çiftçinin tarımdan uzaklaştırılması ve yoksulluğun artmasının Adana'yı "tarım ve sanayi başkenti"nden "işsizlik ve yoksulluk kenti"ne dönüştürdüğünü vurgulayan Şevkin, ‘’ 2000'lerin başında Çukurova'nın tarım-sanayi gücüyle parlayan Adana, bugün yüze 15 civarı yoksulluk oranıyla Türkiye'nin en yoksul illerinden biri ’’ diye konuştu.
Adana’nın 1980'lerde tekstil, otomotiv ve gıda sanayisiyle büyüdüğünü ancak 2005'ten bu yana küresel rekabet, yüksek enerji maliyetleri ve yanlış politikalar nedeniyle 100’den fazla fabrikasının kapandığını anımsatan Şevkin, şöyle devam etti:
ÇİN’DEN UCUZ İTHALAT SANAYİYİ VURDU
‘’Örneğin, BOSSA, Paktaş, Milli Mensucat, Çukobirlik, Güney Sanayi, TEKEL gibi son fabrikaların yanı sıra 10 yılda 55 büyük tesis kapandı; TEMSA 2020'de iflasın eşiğindeydi, 2025'te kısmen toparlandı ama istihdam kaybı yüzde 40 oldu. AKP döneminde (2003-2025) şeker, tütün ve tekstil fabrikaları satıldı; verimsiz yönetim ve ithalat baskısı kapanmalara yol açtı. Çin’den ucuz tekstil ithalatı Adana'nın pamuklu sanayisini vurdu; 2008 krizi ve pandemi sonrası tedarik zinciri kırılmalar yaşadı.
AKP'nin ‘mega proje’ odaklı teşvikleri (köprüler, havalimanları) sanayi yerine altyapıya gitti; Adana'nın tekstil/tarım potansiyeli ihmal edildi.’’
‘’ASIL TARTIŞILMASI GEREKEN SAĞLIĞIN METALAŞTIRILMASI’’
Yerelden genele Çukurova Metropol yazarı gazeteci Murat Yıldız’ın sorularını yanıtlayan Şevkin, Pandemi sonrası, ilaç ve tıbbi malzeme erişiminde zorluklar arttığını belirterek, şu ifadelere yer verdi:
‘’Kamu hastanelerinde randevular aylara sarkıyor. Özelde ise muayene 8.000 TL'ye varıyor; bir örnekte baş dönmesi MR'ı 88.000 TL hesaplanmış, itirazla 34.000 TL'ye inmiş.
Burada tartışılması gereken asıl konu sağlığın metalaştırılmasıdır. Türkiye’de sağlık tamamen ücretsiz hale gelmelidir. Bu nedenle öncelikle ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan giderek doktorlara rahat çalışma ortamları sağlanmalı, tüm sağlık çalışanlarının özlük hakları teslim edilmelidir.
Türkiye, sağlıkta; personel eksikliği (doktor/hemşire tükenmişliği, düşük maaşlar), aşırı yük (hastalar birinci basamağı atlayıp direkt uzmana gidiyor, hastaneler doluyor), altyapı sorunları (ambulans gecikmeleri, yatak yetersizliği), pandemi sonrası enflasyon ve beyin göçü (doktorlar yurtdışına kaçıyor) sorunlarından acilen kurtulmalıdır.
Türkiye’de sağlık sistemi öteden bu yana büyük sorun teşkil ediyor. Asıl mesele sağlığın ticari bir zihniyetle yönetiliyor olmasıdır. Randevu kuyrukları, personel yetersizliği, bekleme süreleri ve hizmet kalitesi gibi sorunlar vatandaşın memnuniyetsizliğini elbette ki tetikliyor. Yapılan araştırmaya göre vatandaşların yüzde 48'i ‘tedavi erişimi ve uzun bekleme süreleri’ni en büyük sorun olarak görüyor. OECD verilerine göre, Türkiye'nin sağlık harcaması GSYİH'nin sadece yüzde 6,3'ünu oluşturuyor ve bu, personel ve altyapı yetersizliğine yol açıyor.’’
‘’ÜRETİCİDEN MARKETE DEVASA UÇURUM’’
Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Türk-İş verilerine dayanan gıda fiyatlarındaki devasa makas farkıyla ilgili bir soruyu da yanıtlayan CHP Adana Milletvekili Dr. Müzeyyen Şevkin, ‘’Üretici fiyatı ile market fiyatı arasındaki yüzde 230-380 arası uçurum halkın gıdaya erişimini doğal olarak imkansız kılıyor. Bu durum, patates, kuru soğan, marul ve maydanoz gibi temel ürünlerde zirve yapıyor. Örneğin, üreticide 5,25 TL olan patates markette 25,35 TL'ye (yüzde 382,9 fark) satılıyor; kuru soğan 4,92 TL'den 18,90 TL'ye (yüzde 284,1 fark) çıkıyor. Bu, sadece bir fiyat artışı değil, sistemik bir krizin yansıması’’ dedi.
Fiyatın tarladan markete fahiş artışını yıllardır dile getirdikleri bir konu olduğuna dikkat Çeken Şevkin, şu ifadelere yer verdi:
‘’Soru önergeleri ve kanun teklifleri verdiğimiz Perakende Yasası’nın bir türlü iktidar tarafından çıkarılmamasından kaynaklanan sorunlardan biri üretici ile market arasındaki uçurumdur.
Kangren haline gelmiş bu sorunun çözülmesi sağlıklı bir Perakende Yasası’nın çıkarılmasından geçecektir.
Ne yazık ki bereketli topraklarda üretim gerçekleştiren çiftçi merkezi idarenin yörüngesinde değil. Çiftçinin Anayasal kaynaklı alacakları da ödenmiyor. Destekler yok denecek kadar az. Ülkenin sağlıklı bir üretim politikası ve pazarlama stratejisi yok.
Dengesizlikler nedeniyle ürünler tarladan sofraya ulaşırken 3-4 katı fiyata çıkıyor. FAO'nun "Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu 2025" raporuna göre, küresel olarak 2,6 milyar insan sağlıklı diyeti karşılayamıyor; Türkiye'de ise düşük gelirli aileler, kadınlar ve kırsal nüfus en çok etkilenenler arasında yer alıyor. Gıda fiyatlarındaki bu makas, sadece enflasyondan ibaret değil; yapısal sorunlar, iklim ve küresel baskılarla besleniyor. Çiftçinin kullandığı mazot yılda en az yüzde 30,4 oranında zam görüyor. Depo ve nakliye maliyetleri de fiyatları şişiriyor. Gübre, yem, zirai ilaç fiyatları ve elektrik faturaları da gün geçtikçe artıyor. Sonuçta üretici zarar ediyor, üretim azalıyor. Üzerine bir de don ve kuraklık eklenince çiftçi hepten çıkmaza sürükleniyor. Tarımda kendi kendine yeten bir Türkiye’nin son yıllarda ne hallere düşürüldüğü ortada. Maalesef tarımda dahi ithalata bağımlı bir hale getirildik. Hal böyle olunca asgari ücretli, emekli, dar gelirli yükselen fiyatlar nedeniyle gıdaya erişmekte sorun yaşıyor. Çiftçiyle birlikte vatandaş da perişan oluyor. Alışveriş sepeti daralırken temel gıdalar lüks hale geliyor. Türkiye’de gizli bir açlık olduğunu söyleyebiliriz.
Tüm bu nedenlerle kısa vadede acil müdahale, uzun vadede ise yapısal reformlar şart görünüyor. Bunu yapacak olan da ülkeyi yönetenlerdir.’’




