Eğilmez, İslamiyet öncesi dönemlerden Osmanlı'ya ve Cumhuriyet'e kadar uzanan süreçte çevreye duyulan saygının, hukuki yaptırımlar ve toplumsal sorumlulukla desteklendiğine dikkat çekti.
“Çevre bilinci gibi kavramlar ortada yokken bile Türkler doğayı korumayı görev edinmişlerdir” diyen Eğilmez, ağaç kültünün eski Türk inanç sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladı. Türklerin hayat ağacına verdikleri değer ve yerleşik hayata geçtikten sonra bile bu sevgiyi sürdürmeleri, doğayla kurdukları derin bağın en açık göstergesi.
Yangın çıkarmanın Selçuklu döneminde ağır cezalarla karşılandığını hatırlatan Eğilmez, bu tür suçlara dayaktan müebbet kürek cezasına kadar değişen yaptırımların uygulandığını söyledi.
Selçuklu Döneminde Yangınlara Karşı Hukuki Hassasiyet
Selçuklu şehirlerinin ahşap yapı ağırlıklı olması nedeniyle yangın riski yüksek olsa da, dönemin yöneticileri bu tehdide karşı çeşitli tedbirler almıştı. Henüz kurumsal bir itfaiye teşkilatı bulunmasa da, "muhtesip" adı verilen görevliler kamu düzenini sağlarken, yangın önlemleriyle de ilgileniyordu. Olası bir yangında halk, esnaf ve mahalleli el birliğiyle müdahalede bulunuyordu. Su kuyuları, sarnıçlar ve şadırvanlar bu mücadelede kullanılıyordu.
Yangına kasten neden olanlar ağır cezalarla karşı karşıya kalırken, dikkatsizlik sonucu çıkan yangınlarda kadılar hapis, para cezası ya da sürgün gibi cezalar verebiliyordu.
Osmanlı’da Yangınlar Sadece Felaket Değil, Bazen Siyasi Araçtı
Osmanlı döneminde orman yangınlarının birçok farklı nedenle çıktığını belirten Eğilmez, "Tarla açmak için kasten yakılan ormanlar, eğlence esnasında unutulan ateşler, trenlerden atılan korlar ve hatta siyasî sabotajlar yangınların başlıca nedenleri arasındaydı" dedi. Örnek olarak, 1902’de bir sigaranın 500 dönüm ormanı küle çevirmesi, 1916’daki Belgrad Ormanı yangını ve 1894’te tren ateşçileri yüzünden çıkan büyük yangın verildi. Ayrıca 1919’da Rum eşkıyaların dikkat dağıtmak amacıyla yangın çıkardığına da dikkat çekildi.
Toplumsal Seferberlik Kültürü
Yangınlarla mücadelede halkın, askerlerin, muhtarların ve aşiret reislerinin iş birliğiyle seferber olduğunu belirten Eğilmez, yangınların önlenmesi amacıyla kuru otların temizlenmesi, ağaçların seyrekleştirilmesi gibi uygulamalara başvurulduğunu aktardı. Cezalar kadar ödüllerin de etkili olduğunu söyleyen Eğilmez, yangın söndürmede üstün çaba gösterenlere madalyalar verildiğini ifade etti.
Kurumsallaşmanın Temelleri Osmanlı’da Atıldı
Osmanlı’da yangınlara karşı ilk kurumsal adımın 1714 yılında atıldığını söyleyen Eğilmez, bu dönemde Yeniçeri Ocağı bünyesinde ilk tulumbacı bölüklerinin kurulduğunu anlattı. Zaman içinde bu teşkilat gelişerek modern itfaiye sistemlerine evrildi.
Eğilmez, teşkilatın gelişimini beş döneme ayırdı:
-
Hazırlık Dönemi (1714-1826)
-
Fetret Dönemi (1826-1828)
-
Toparlanma Dönemi (1828-1874)
-
Yükselme Dönemi (1874-1923)
-
Yeniden Yapılanma (1923 ve sonrası)
Avrupalı Seyyahları Şaşırtan Doğa Sevgisi
Osmanlı'nın doğa ve hayvanlara gösterdiği özenin Avrupalı seyyah ve elçilerde şaşkınlık yarattığını ifade eden Eğilmez, bu hassasiyetin bazıları tarafından hayranlıkla, bazıları tarafından ise ‘aşırılık’ olarak yorumlandığını aktardı. Kont de Bonneval’in, ağaçlar kurumasın diye onları sulamak için vakıf kuran Türklerden bahsettiği hatıratı da bu yaklaşımın örneklerinden biri.
Geçmişin Öğrettiği Duyarlılık
Doç. Dr. Savaş Eğilmez, yangınla mücadelenin tarih boyunca sadece yöneticilerin değil, toplumun ortak görevi olduğunu söyledi. "Bugün yaşadığımız çevre felaketleri karşısında geçmişten gelen bu bilinci yeniden canlandırmamız gerekiyor. Çünkü tarih sadece başarılarımızı değil, neye ne kadar değer verdiğimizi de gösterir" diye konuştu.




