Tabiat ve hayattan elde ettiğimiz iç devinimle, sanatsal güdülerimiz, ileri bir aşamaya yükselir ve ulaşır. Şematik bir biçimde anlatmak gerekirse, tabiat ve hayatın oluşları, karşılaştırmaları, sanatçıların iç dünyalarını yerinden oynatır; eksen kaymalarına sebep olur. İnanç, felsefe, sosyoloji, bilim ve sanat ise iç dünyamızın, yeni yapıtlarının hazırlık ortamını oluşturur. Sanatçı için, yazıp tamamladığı eserler iç gerçekçilikten dışavurumcu bir gerçekliğe dönüşür, kalıcı bir yapıya dönüşür. Tabiata olan dikkatini yitiren sanatçılar, git gide ölü bir soyutlamanın prangalı bir mahkumu hâline gelir. Tarih biliminin, insanların ördüğü yapıtlar ağına soğuk bakan sanatçı, dış gerçekliğin kırılmaz kabuğu karşısında çaresiz ve güçsüz kalacaktır, kanaatimce... Kendi yapıtlarının kurallarına fanatikçe bağlı kalan sanatçılar, kendi ördüğü ipek kozasından çıkamayıp, ölümünü metanetli ve dirençli bir ipek böceği şövalyeliğini kabullenme soyluluğu gösterecektir. Kendini geçmişin mezarına gömme soyluluğunu yiğitçe kabullenecektir...