Bar deyince Türkiye’de akıllara genelde alkollü içeceklerin satışının yapıldığı yerler gelse de Health Bar bambaşka bir alanı kapsıyor. Nazlı kardeşlerin hikayesi İstanbul’dan Adana’ya gelerek yurt dışında yaşadıkları deneyimi yerele uyarlama fikriyle gelişiyor. İşletmelerini Çukurova Metropol’e anlatan iki kardeş aynı zamanda kadın girişimci olmanın gururunu taşıdıklarını ifade ediyor.
“AVUKAT OLDUM AMA YAPMAK İSTEMEDİM”
Aslen Adanalı olduklarını söyleyen Ecem Nazlı, “Uzun yıllar İstanbul’da yaşadık. Ablam 20 yıldır falan oradaydı neredeyse. Avukat oldum. Yapmak istemediğimi fark edince Avustralya’ya gittim. 3 yıl kadar orada kaldım. Oranın kültürüyle iç içe bir şey bu sağlıklı barlar, smoothieler. Orada gün çok erken başlıyor. Ve herkesin hayatına çok entegre spor ve sağlıklı hayat. Çok hoşuma gitmişti. Oralarda hep çalıştım. Baristalık da yaptım. Dönmeye yakın da konuşuyorduk ablamla ne yapalım diye. Bu fikri sununca onun da çok hoşuna gitti. Zaten mutfakta ablam olacağı için içim çok rahattı.” dedi.
“HEM BAR HEM MANAV”
Ailelerinin narenciye bahçesi olmasından dolayı Healt Bar fikrini Adana’yla özgünleştirmek istediklerini ve bunun üzerine çalıştıklarını belirten Ecem Nazlı şöyle devam etti:
“Bizim narenciye bahçemiz var Kozan’da. Babam çiftçilik yapıyor. Biraz aslında orayla burayı nasıl birleştirebiliriz diye düşündük. Abonelik sistemiyle İstanbul’a koli de yapıp gönderiyorduk. O yüzden manav artı healt bar orijinal bir fikir. İstanbul’da da olan bir şey değil. Adana’da ilk. Manav işini biraz daha geliştireceğiz. Hem kullandığımız ürünleri burada sergiliyoruz. Hem de dekoratif olarak ablam onu birleştirdi. İnsanlarda o güveni oluşturmak için de güzel oldu. Bir sürü mekanda yapılan smoothieler, juicelar var belki ama insanlar içine ne konduğunu bilmiyor. Sağlıklı bir şey içtiğini zannederken içerisinde başka maddeler olabiliyor.”
“İŞİMİZ REFERANS VE GÜVEN İLİŞKİSİNE DAYALI”
Kardeşler ürün seçiminde de oldukça dikkatli ilerliyor. Ecem Nazlı kendi bahçelerindeki ürünlerin tamamen ilaçsız olduğunun altını çizerken kalan tropik meyveleri de Mersin’deki meyve-sebze halinden aldıklarını söyledi.
Abla Nazlıcan Nazlı da bu konuya açıklık getirerek ürünleri nasıl seçtiklerini şöyle anlattı:
“Sebzeler yine Mersin halinden geliyor ama burada yıllardır annemin artık arkadaşı olan pazarcı Cemal abimiz var. Adana’nın yerlisi. Sebze alışverişimizi onunla yapıyoruz. Ona güveniyoruz. Aslında her şey güven ilişkisine dayalı. Bu geçtiğimiz 4 sezon boyunca İstanbul’a narenciye gönderirken de bir sadakat programıyla çalıştık. Müşterilerimiz hep tanıdık oldu. Ve giderek yavaş yavaş büyüdü. Biz demek ki o güveni oturtabilmişiz diye düşündük. Mesela Ayşe teyzeye verdiğimiz portakalı Ayşe teyze komşusuna verdi. Komşusu da sevdi ve o da üyemiz oldu. Referans ve güven ilişkisiyle gitti yani.”
“KENDİ KENTİNE KATKI SAĞLAMAK GÜZEL”
Mimar olduğunu ve doktorasına devam eden Nazlıcan Nazlı aynı zamanda bir üniversitede akademisyenlik yaptığını ancak bu işletme için ara verdiğini aktardı. Bu işi çatı bir iş olarak düşündüklerini Healt Bar ve Manav fikrinin bunun sadece bir ayağı olduğunu belirten Nazlıcan Nazlı, “Arkadaşlarımız da Adana’ya dönmeye başladı yavaş yavaş. Orada donanımını halledip kentine dönüp kentine katkı sağlamak fikri de bizim için güzel oldu. Amaçlarımızdan birisi de oydu. Burası da İstanbul gibi olabilir. Burası da yeni fikirlere çok açık. Atom içecekler Adana’da çok geleneksel. Ama bunun bir adım ötesi 35 yıldır benim bildiğim yok. Bunu da sağlamaya çalıştık.” şeklinde konuştu.
“KUŞAKTAN KUŞAĞA GEÇEN EL LEZZETİ”
Sağlıklı yiyecek içecek denilince akla ürünlere koyulan maddeler de geliyor. Ecem Nazlı, ürünlerinde şeker veya tatlandırıcı kullanmadıklarını, meyvenin kendi şekeri ve Hindistan cevizi sütüyle yapılan karışımdan tat verdiklerini ve tarifler için yaklaşık 5 ay uğraştıklarını ifade etti. Nazlıcan Nazlı ise ailesinde bir el lezzeti olduğunu dile getirerek şunları söyledi:
“Öncelikle el lezzeti diye bir şey var bizim ailede. Anneannemin babaannesi Tokat’ta düğün yemeklerini yapan, büyük topluluklara yemek yapan biriymiş. Onu çok severlermiş. Ondan anneanneme geçen işte anneannemin yemekleri sonra anneme gelen sonra da bir şekilde bana da gelen. İnsanlar kendi kendine de böyle bir şey söyleyemiyor ama çevreden böyle yorumlar var. Mimarlıkla da çok değil aslında. Yemek de bir tasarım ürünü. Her şeyi birleştirip atamıyoruz. Bir sürü bileşeni var. O yüzden çok uzak gelmiyor bana. Yapması da çok keyifli.
Ürünlerin denemelerini bir yıldır falan yapıyoruz. Ecem’le Bali’ye gittik bunun için. Çünkü orada temel besinlerden biri çünkü bu alan. Orada çok sağlıklı besleniyorlar. Ve sunumları da çok harika. Oranın atmosferiyle bu yemekler çok match (eşleşmek) oluyor. Önce Ecem gitmişti. Sonra benim de görmemi istedi.”,
“ÜRÜNLERDE KIVAM ÇOK ÖNEMLİ”
Healt Bar ve Manav fikri Adana için çok da alışılagelmiş bir şey değil. Ecem Nazlı bu konuda yurt dışına giden arkadaşlarının verdikleri dönütlerin önemli olduğunu anlatarak şu ifadeleri kullandı:
“Çünkü burada henüz yerleşmiş bir şey değil. Belki İstanbul’da bile hala geçiş aşamasında. Çünkü farklı tarzlarda yapılanlar var. Kıvam çok önemli bir şey. Kıvamı aslında biz 4-5 ay denedik. Amerika ve Avustralya’da çok geniş bir sektör bu. Bizim kullandığımız tüm makineler oraların bir numaralı markalarından. Orada tabi inanılmaz bir Pazar payı var. Orada yaşayan arkadaşlarımız duyunca çok hoşlarına gidiyor. Girişimcilik anlamında bence başarılı bir fikir olduğunu düşünüyoruz.”
“KENDİMİZDEN YOLA ÇIKARAK BU İŞE GİRDİK”
Böyle bir konseptin Adana için uygun olup olmadığı da merak edilenler arasında. Çoğu kişi böyle bir işletmeye Adana gibi bir yerde talebin az olacağını düşünse de Nazlıcan Nazlı durumun öyle olmadığını özellikle belirtti. Çoğu insanın böyle bir konsepte ihtiyacı olduğunu gördüklerini söyleyen Nazlıcan Nazlı, “Yani biz kendimizden yola çıktık. Adana’ya geleceğiz ama Adana’da nasıl yaşayacağız? Öğle arası kebap mı yiyeceğiz sürekli?” şeklinde konuştu.
Ecem Nazlı da ablasının cümlelerinin devamına şunları ekledi:
“Aslında bu konsept belli bir kesime hitap etmeyebilir. Biraz zamanla belki oturacak bir şey. Çünkü kullandığımız ürünlerde Çukurova bölgesi çok zengin. Meyve olarak, sebze olarak o kadar zengin ki birçok ürünü zaten bu topraklarda bulabiliyorsun. O kadar fazla ürün yelpazesi var ki. 3-5 tane tropik meyve dışında birçok şeyi buradan tedarik edebiliyorsunuz. O yüzden çok yabancı bir şey olmaması lazım. İlk başta çıkışımız da oydu yani. Buraya çok uygun bir fikir aslında bu. Sadece kimse var olanı bir adım öteye götürmeyi düşünmemiş henüz. Biz de zamanı iyi değerlendirdik. Belki 3-5 yıl önce hazır olmayabilirdi. Sosyal medya çok yardımcı oluyor. Herkes her yerdeki her şeyi görme imkanına sahip. O yüzden böyle bir şey yapıldığında ‘ben bunu deneyeyim’ demeye itiyor insanları. Belli bir yerde kalacağını düşünmüyoruz.”
“EKMEK BİLECİK VE TOKAT’TAN”
Sadece meyve ve sebze değil diğer ürünlerin seçiminde de ince eleyip sık dokuyor Nazlı kardeşler. Sattıkları ürünlerinden bahseden Nazlıcan Nazlı konuyla ilgili şöyle konuştu:
“Kahvaltı var. Ana öğünü şuan kahvaltı oluşturuyor. Ekmek üstü ve yancılardan oluşan menülerimiz var. O menüyü oluştururken de tabakların dengeli ve doyurucu ve insanın bünyesini rahatsız etmeyecek şekilde yapmaya çalıştık. Temelde ekmek üstüler genelde avokadodan oluşuyor. Peynirimiz, tereyağımız, süt ürünlerini direkt güvendiğimiz mandıradan alıyoruz. Tamamen katkısız olduğunu bildiğimiz ürünler. Ekmekler önemli bizim için. Ecem’in tanıştığı bir Bilecikli Adnan amcamız var. Oradan ekşi maya ekmekler geliyor. Bir de Tokat’tan geliyor. Tokat’ta bu ekşi mayanın mayası 100 yıllık. Biz onu adımız gibi biliyoruz.”
“HEM SAĞLIKLI HEM ÇEVRECİ”
Nazlı kardeşlerin işletmelerinde dikkat çeken bir detay daha var. Hem sunumda hem de satışta doğaya zarar verebilecek plastik materyaller yerine file, kese kağıdı gibi geleneksel ama çevreci materyaller kullanıyorlar. Nazlıcan Nazlı plastik bir şeyin girmemesine özen gösterdiklerinin altını çizerken içeceklerin paket satışında yalnızca pipeti plastik vermek zorunda kaldıklarını sözlerine ekledi. Konuyla ilgili Ecem Nazlı ise, “Burada oturanlar için bambu, cam ve metal pipetlerimiz var. Plastik kullanmıyoruz oturan müşteri için. Alıp gidenlere kağıt almıştık aslında. Ama plastik pipet almak zorunda kaldık. Çünkü kağıtlar eriyor.” diye konuştu.
Günlük hazırlıklarını da aktaran Nazlıcan Nazlı sözlerinde şunlara yer verdi:
“Mesela granolayı iki günde bir yapıyorum sabahleyin. Onun içinde çiğ fındık, badem, kaju, yulaf ve bal var. Onda da şeker ilave kullanmıyorum. Smoothie’lerin hepsinde meyveler donduruluyor, hazırlıyor Ecem ve müşteri geldiğinde direkt önünde yapıyoruz. Kahvaltıların sabahleyin hazırlıklarını yapıyorum. Her şey günlük yapılıyor diyebiliriz.”
Ecem Nazlı geri dönüşleri de şu sözlerle ifade etti:
“Bu dördüncü haftamız. Hep gelenler birilerini de getiriyor. Daha kötü bir dönüş yapan olmadı. İlk açıldığımız günden itibaren maşallah güzel ilerliyor. Gelen memnun ayrılıyor ki başkasını getiriyor. O da aslında burada kurduğumuz zincir gibi bir şey oldu.”
“ACELEMİZ YOK”
İşletmede son dikkat çeken şey ise ortamın sessizliği. Nazlıcan Nazlı bu durumu şöyle açıkladı:
“Biraz da burası slow. Slow kitchen (sakin mutfak), slow bar (sakin bar). Her şeyin harala hürele olmadığı, biraz gelip burada rahatlayabileceğiniz, zamanın biraz daha yavaşladığı bir yer. Hemen alıp giden de oluyor. Saatlerce keyifle oturanlar da oluyor. O yüzden bizim çok hoşumuza gidiyor. İstanbul’dan gelince özellikle, son 5 yıldır Adana’ya dönmek istiyordum ben. Ama oradan bir kurtulamıyorsunuz. Oranın bir girdabı var. Hem çok zor hem de çıkamıyorsunuz içinden. Evden arabayla geliyorum. Radyoda iki şarkı falan sürüyor. İnanamıyorum. Kozyatağı’ndan Bağcılar’a uzanan, yakalar geçmek, köprüler geçmek gibi bir hikayem var. O yüzden burada biraz yavaşlayalım.
Ecem Nazlı da konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı:
“Yer seçerken bize ‘burası olur mu ya’ diyenler oldu. Yani ara sokakta. Adana öyle ara sokakta yerleri sevmez. Ama bir cadde üzerinde bu konsepti yakalayabileceğimizi düşünmüyorduk. Korna sesleri, arabalar… Tabela koysanız keşke diyorlar. Diyoruz ki ‘biraz gelecek olan arayıp bulsun’. Acelemiz yok.”