Sokak ortalarına veya işyeri balkonlarına asılan reklam panolarındaki fosforlu renklerle yazılmış, ağır çekimle kayıp giden cümleler gibidir insan ömrü. Fakat hiçbir kelime hatta yıldız, kuş veya ağaç insan kadar yalnız değildir.
En saf duygularımla bir iyi dilekte bulunmak istiyorum siz sevgili okurlarıma: Yüreği olan insanlar çıksın karşınıza. Günümüzde pek de karşılaşmadığımız artık sıra dışı diyebileceğimiz bir kavram, yürekli olmak.
Zaman kapsülü kendi hayatımızın kronolojik dizilişinde anılara yüklediğimiz maddesel olmayan bir film şeridi. X firmasının tescilli yazılımı, hissiyatsızlığın kafatasını parçalayan çelik miğfer gibi korkunç aslında. Merkez Bankasının veri akışından daha çok ve daha yapışkan güvenlik duvarı ile korunan bu X yazılımını korsan kimliklerin, hackerlerin veya intervirüslerin aşması mümkün değil. İnsana avuç içi kadar sunulan sanal dünyada var olmayan düşmanlar yaratıp, devlerle, yedi başlı ejderhalarla, yel değirmenleriyle savaştıran kapitalist düzen hayatın anlamsızlığını da sorgulatıyor insana.
Gerçek düşmanın kim olduğunu göremeyecek kadar kör eden bu sistemde insan hayatın arka koltuğunda sosyal medyanın fişeklediği anksiyete çığlıkları ile bir başına yaşamak zorunda kalıyor. Yine diyorum, yüreği olan insanlar çıksın hep karşınıza.
Tripli bir yazının kendini aşan anlam genişliğini kavrayabilmenizi çok isterim. Kelimelerin ayak uçlarında uyumak, şiirlerin saf isyan akan damarlarındaki kanı özümseyebilmek entelektüel olmayı gerektirmez. Hem günümüzde entelektüel diyebileceğimiz kaç kişi var ki; bir elin parmak sayısını geçmez. Her köşe bucak korsan kimlikler, tescilli yazılımlar…
Aşka ve sonsuza kanatlan artık
kanat tak-yırtıp at sayfalarını
delirt basamaklarını kelimelerin
çıldırt öfkeye koşmuş sükut soluğunu
düşüyorsun en diz kapağı reklam panolarından
üşüyorsun kapaksız fani ülkelerin gezgin bezlerinde
hadi
romanına başla başından
eşilmişsin ya elim ayağım kesilmiş
satılmışsın ya sesim soluğum kesilmiş
Milyonlarca asırdır sayfaları açılmamış toprak
Her emeğe şımarır
üç beş günde her yeri istila eder ağaçlar
ilk sayfasından itibaren göğün mavisi kamaştırır gözlerini
hiçbir ressamın paletinde yoktur kelebeklerin kanatlarındaki renkler
geceyi yırtan ve boğan şimşekler ve fırtınalar hangi sayfanda
hangi paragrafında anlatıyorsun arkeolojik benliğini
Paleolitik-mezolitik-neolitik yüzlerine
ne güzel yakışır güneş gözlüğü
Kaç şairin şiirlerine gülümsedin kim bilir
… okudukça çoğalır insan, etrafındaki kalabalık azalır
Komün yapışmış taşına toprağına
Nerden nereye,,,…?(!)
Yazdıklarımı anlarsan bana da haber ver dostum
Yanmasın ciğerleri romanımızın…
Selim Savaş Karakaş