Asık surat emojisi günlerimizin ve sokaklarımızın duvarlarına asılı kara bir tablo gibi durur hep içimizde. Başı öne düşmüş düşünce yağmurları masa altı tiyatroların hayata düşen ölü tonudur. Tükeniyoruz… Kimin umurunda ki? Ah kara gözüm, can özüm farkında değil misin; tükeniyoruz. Karbon kâğıtlarının güneş sızdırmaz susuzluğu içinde renk atardamarından her ton kanıyoruz. Gökkuşakları oluşuyor hüzün giymiş üstüne, dalları kurumuş, bıçak gibi kesilmiş el değmedik serüvenler.

Sözleri ve akşama geç kalan umutları almış eline tüccar, makine dişlileri arasında süt beyaz öğütmüş sessizce. Yeterli mi? Değil! Kalemimdeki yazma tutkusu… tutku mu dedim, hayır, endişesi yüzümün karnında tırmanan ve gerilen sinir kaşıklarının hayata tekme tokat giren kollarıdır. Her dal tutunabilme safiriyle yakılır aslında, gecede ateş böcekleri açar. Her ateş böceği bir efkârın havaya karışan nefesiyle havalanır. Ameliyat masasında bıçak kemiği çoktan geçmiş üşengeç bedenler kalır, düş kalır, geride iki dirhem gözyaşı kalır, evreni yakan derin bir ah kalır…

Sıra sıra dizilmiş yokluğun ayak seslerinin kapıya yakın olan kasırgasında yeni bir taş devri çıkarmak heyula çıkmazı ummana meydan okumak gibi bir şey. Bir bardak sıcak çay ve elleri kalem tutan kadim sabahın renk körü hissi ağlatır hep duaları. Geriye anlamından soyunmuş cümleler kalır, boynu vurulmuş şiirler, bıçak gibi kesilmiş ilkeler kalır. 

Narin ve ürkek açar bacaklarını nabzıma vuran yaşama azmi, elin elime değse en sadık şarkıların yorgun betonlarında bir filiz açar ölüme inat. Kaya gibi sağır duygular bölünür ikiye, Kaf Dağı duman olur, deniz aşırı iklimlerle saf bağı kurulur; şeffaf, öngörülebilen, mütevazi… Narin ve ürkek açar baharlarında kırılan çiçekleri şah damarımın. İstersen uzatma elini veya yüreğini, yatır gitsin boş bulduğun şiir mabedine, üstüne ezeli üç beş cümle dök, yer gök cehennem…

Kimin nefesi kaldı ki maziden, kimin nefesi kalsın yarına? Beyhude çaba, sokak lambasının titreyen esnemeleri de boş nasıl olsa tutmayacak uyku.