“bu sabah vazgeçtim senden.
beni yoran yolculuklarının biletini yırtıp attım...”
Gülüm!
… diye başlardı ya her mektubum. Bu son mektubum da öyle başlasın. Kan revan olmuş kalbimden son kez damıtacağım cümlelerim bunlar. Sen yoksun diye duygularım da yok olacak değil ya!
Küçük bir yalan üzerine kurulmuştu her şey. Ya da bir düş mü demeliyim? Sen her dönem başkasının zoruyla da dayatılan, istemediğin bir hayatın sözde esiriydin, ben keşmekeşler içinde kendi halinde bir serseriydim.
Sevdiğini kaybedince, insanın yüreğinde kırk mum yanarmış. Sonra her geçen günde mumlardan biri sönermiş. En sonunda geriye bir mum kalırmış. O tek mum, yaşam boyu sönmez, insan ölünceye dek içinde yanarmış.
Sonunda başardın işte. İstediğin oldu. Beni koyup yalnızlığa, sonu bilinmez bir diyara çırptın kanatlarını.
Anlasaydın keşke beni. Biraz anlamaya çalışsaydın. Korkularını bırakıp bir kenara sevebilseydin; belki ay ve güneş, kuşlar ve çiçekler, mevsimler ve yıldızlar aşkımıza şahitliğe devam edecekti. İstemedin. Onca yeminine, sözüne rağmen gittin.
"gözümüz kapılarda
kaldıkça daralır içimiz.
gitsek kırarız korkusu
kalsak rahat değiliz"
Son zamanlarda neredeyse her hafta bir ayrılık mektubu yazıyordum sana. Çünkü olmayacak işlerden küsüp darılıyor ve ayrılık sözleri sarf ediyordun. İki insanın bir gün kesinlikle ayrılacağını ne zaman anlarsın biliyor musun? Ayrılık ile ilgili ilk cümle kurulduğunda. Velev ki şaka bile olsa… Ayrılık düşüncesi bir kez ruha işleyip de beyin onu tasdiklediği, dil ikrar edip, kulak o kelimeyi duyduğu andan itibaren artık dönüşü olmayan yola girmiştir o aşk. Yıllar geçse bile aradan mutlaka gerçekleşir ayrılık.
"Kadınlar kendilerine değer veren ve onlarla iyi geçinen erkeklerden çabuk sıkılıyorlar. Sevmekten usanmaz insan ama sevilmekten usanır." demişti bir arkadaşım. Anlam verememiştim o zamanlar. Ben yanımda sen oldukça her şeyle savaşabilirim sanmıştım. Yanımda olman için en çok seninle savaşmam gerektiğini anlamamışım.
Alışamadın sevilmelere. Hep başkası için yaşadığını söylerdin ya hayatını. Ben kendin için yaşamanı sağlamaya çalıştım. Belki de ona alışamadın. Çok sevilince şımarır mı bir insan. Sen şımardın.
Evim bilmiştim yüreğini. Hatırlarsın; "Ev bir yer değildir. Bir histir ve kendini nereye ait hissediyorsan orası senin evindir. Sen de benim evimsin" demiştim. "Ne güzel cümleler kuruyorsun. Daha önce hiç böyle şeyler söylemedi kimse bana…" Ben sana evimsin dedim. Ben bunu söyledikçe sen beni kapı dışarı ettin. Anlamadın hislerimi…
Zannediyorsun ki herkes benim gibi güzel sever seni. Değerini bilmeyen bir adamın eline düşerse kömürdür elmas. Sarrafına denk gelecek ki değeri bilinsin. Ben senin sarrafındım. Bilemedin. "Yaşa ki daha neler göresin" der büyükler. Yaşayacak ve göreceksin sende ölüm döşeğinde olsan da sana bir bardak su vermeyeceklerini hatırını bile sormadan kendi istediklerini yaptırmaya çalışacaklarını.
"göğsüm daralıyor.
yüreğim kanıyor.
olmasaydı sonumuz böyle."
Oturduğun bir masada aşktan bahsedildiğinde, kimsenin senin kadar çok sevilmediğini fark edeceksin. Sevilmiş olmak insanı üzer mi? Seni üzecek. Hani buluştuğumuzda beni aptallaştıran, büsbütün sakarlaştıran gülüşün artık olmayacak o masalarda. Beklemelerin tatlı nihayeti olmayacak. Sen de olmayacaksın. Ben biraz suskun, dokunsan ağlamaklı, biraz deli, bozuk, sessizce yanarken yine aynı masadan gittiğin yola bakacağım.
Evinin önünden geçeceğim bazen. Hatırlar mısın? Bahçendeki küçük portakal ağacını görünce çocuklar gibi nasıl da şen olurdu yüreğim. Sen her balkona çıkmanda; "Burada mı acaba?" diye bakacaksın etrafa. Halbuki her sabah yem verdiğin kuşlar bile küsmüş sana, yok artık. Pencerenden gülümsediğin sokaklar yok artık. Yok artık sabahların aşık mahmurluğu. Anlayacaksın. Ağlayacaksın. Sönmeyecek içindeki ateş.
Rüyam ilk aydınlanıp kalbimde ilk depremler olduğunda şahidim küçük bir köprü altından akan biraz su ve birkaç selvi ağacıydı.
Ben seninle tamamlanan, seni tamamlayan, seninle bütün olmayı dünyadaki her şeye tercih eden bir insandım. Sense aşkı bir alış-veriş bildin. Sevgimi ispat etmemi istedin. Duyguların kesinliği olmaz halbuki. İnanç esaslıdır onlar.
Sen sevgime inanmazken ben yıllarca sana göstermemek için bastırdığım duygularımın artık esiri olmuştum. Seni düşünmediğim bir anım geçmiyordu. Acıyordu her yanım ama umudum daha büyüktü acımdan. Sevgi menfaat beklenirse, alışverişe dönerse, beklenti arttırılırsa bitermiş. İçten içe bir kurt gibi oyarmış insanın içini.
İki küçük çiçek koparıp vermiştin bana. Hatırlıyor musun? Hani buluşmak istemiştik ancak o gün sen çıkamamıştın da ertesi gün görüştüğümüzde daha selam vermeden tutuşturmuştun elime. "Solmuş da olsa çiçeklerime iyi bak. Dünden beri seni bekliyorlar" demiştin. Eve geldim ve bir defter yaprağına yara bandı ile yapıştırdım onları. Yıllar geçti. Hala öylece duruyorlar. Daha çok soldular belki ama yaralanmadılar.
Yarım kalbimi kalbinle tamamlayan bir eksiktim ben. O yüzdendi seninle sık sık sarılmak istemem. "Sana güzel sevmeyi, güzel sevilmeyi öğreteceğim" demiştim. Başaramadım. Hiçbir şey zorla yaptırılmıyormuş insana. Anladım.
Seni bir daha hiç göremeyecek olsam da ne olur unutma; yüzünü görünce içinde kelebekler uçuşan, ateşi yükselen, ten rengi değişen, yanında heyecandan eli titreyen bir sevdalıydım ben. Bu ölümsüz sevdanın katiliyse sen…
“böyle mi yaşanır ayrılık acısı?
gözlerimden anla yeter
gel de al canımı, al da kurtulayım
ayrılık ölümden beter”